Tam müteyakkız, uyanık ve son derece hassas ve duyarlı bir gönülle zikretmek dünyayı kesben değil, kalben bütünüyle terk etmekle mümkündür. Bu dahi pek güç bir iş olduğundan insana Allah (c.c) yolunda canıyla ve malıyla mücahede etmekten çok daha fazla bir sevabı kazandırır.
Demek ki her bir latifemiz ve her zerremizle Allah (c.c)’ı zikretmek en kıymetli, en değerli, en hayırlı ve en büyük ibadettir ki bu zikre bilhassa merkez-i iman ve marifet olan kalbin de katılımıyla bu, Allah yolunda can ve mal ile mücahede etmekten de daha kazançlı olur. Böyle tam bir kulluk şuuruyla yapılan zikir dahi insanı her türlü günahtan ve kötülükten uzaklaştırır.
Allah'tan başka hiçbir şeye bulaşmamış bir hayat sürdürmek ve bu yaşantısını bütün bir ömür boyunca değerlendirmek, tasavvufun en basit ve değişmez bir kuralıdır. Tasavvuf yolunda olan bir sufî, önce Allah'ın çeşitli isimlerinden birini seçer ve bu isimle öylesine hemhal olur ki, bu isim onun kalbine ve ruhuna yerleşir. Artık Allah'ın ismini kullanan dil değil, kalptir. Böylece gece gündüz kalbi ve ruhu ile Yaratıcı'dan başka hiçbir şeyle meşgul olmadan kendini eğitir. Bunun için nafile ibadetler, gece namazları, oruçlu olma, nefsini, yemek uyku ve dinlenmeden mahrum etmek gibi ağır bir disiplinin öngördüğü bir terbiye sistemi ile git gide olgunlaşır. Bu terbiye sistemine “mücâhede” adı verilir.
Ünlü sufîlerden Hucviri'nin (ölm:1063) şu anlamlı sözü, bu yolda olanlara sağlıklı bir rehber niteliğindedir.
"Mücâhedesiz müşahede olmaz!"
İstidatları ortaya çıkaran başlıca faktörler; iman, ibadetler, ameller, mücahede ve musibetlerdir. İstidatların ortaya çıkma ve olgunlaşma ve silelerinden olan musibetler, istidatların yeşermek için ihtiyaç duyduğu manevi yağmurlardır.