Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

nosthalgia

Çıktığında vakitten de çıktığını ve zamansız bir boşlukta beyhudelik dediği yerde durduğunu burada vaktin çabuk geçtiğini ama geçenin vakit değil, sanki içinin geçmesi olduğunu müthiş bir ağrı ile seziyordu.
Sayfa 22
Reklam
Şimdi gelelim Enstitüdeki günlük yaşama, derslere ve işe... İlkokul beşinci sınıfı bitirir bitirmez geldim Enstitüye. Köy okulları mayısın sonunda kapanır. Daha diplomalarımız yazılmadı. Belge düzenledi ler yerine. Belgelerimizi alıp yola düştük. 1943, haziran başı. Savaş içi. İkinci Dünya Savaşı bütün hızıyla sürüyor. Dünya kıran kırana dövüşüyor. Yurtlar bombalanıyor. Köyler, şehirler yanıyor. Almanlar Stalingrad'a kadar gitmiş. Ama durdurmuşlar. Türkiye savaşa girmemiş, ama savaşta gibi sıkıntıdayız. Ele gelir yetişkinlerin hepsi askere gitmiş. Köylerde daha çok yaşlılar ve kadınlar var. Çocuklar iş güç görüyor. Biz de Köy Enstitüsündeyiz. Enstitümüzü kuruyoruz, eğitim öğretim yapıyoruz. İlk alınan öğrenciler benim vardığımda dördüncü beşinci sınıfa gelmişti. Biz de birinci sınıftan başladık. Hemen eğitim öğretime soktular bizi. Yaz olduğu halde. Yarım gün kültür dersi görüyor, yarım gün iş yapıyorduk. İş ikiye ayrılıyor: Tarım işleri, sanat işleri. Bulaşık için, mutfak için bir iki işgören tutulmuş, ama hizmetlerin çoğunu kendimiz görüyoruz. Nöbet sıramız geçtikten sonra derslerimizi sürdürüyoruz. 14-15 şube var. Nöbet sıramız 14-15 haftada bir geliyor. Yarımşar günümüzü sürekli kültür dersine ayırırdık. Öteki yarım günlerimizi de bir hafta tarıma, bir hafta teknik çalışmalara verirdik. Kültür derslerimizde tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, aritmetik, geometri, fizik, kimya öğrenirdik.
Yani kaç şey? Hem suyu getiriyorsun, hem bileşik kaplar yasasını öğreniyorsun, künk bulup satın alıyorsun, yosunlanmasın diye içini ziftliyorsun, döşüyorsun, özel harçlarla birbirine bağlıyorsun, üstünü örtüp suyu salıyorsun akıyor. Yılanlı bir taş buluyorsun, yılan sağlık simgesi diye deponun alnına oturtuyorsun, bir de şiir yazıp törende okuyorsun. Bütün bunları yaptık o yıl.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Köyde Eğitim kitabının sanıyorum hala bir benzeri yok. İncelemelere dayanan önemli bir kitap. Eğitim Yoluyla Canlandırılacak Köy kitabı çeşitli yönleriyle köy yaşamını anlatır. Özellikle eğitim sorunları yönünden... Aynı zamanda Köy Enstitülerini anlatır. İlköğretim Kavramı da bu konudaki önemli kitaplardan biridir. İş eğitimi ni, tarihçesini, ilkelerini, yararlarını geniş anlatır. Bu kitabında Enstitülere geniş yer verir. O işin başındayken Köy Enstitülerini yazılarıyla, kitaplarıyla açıklamıştır. Yapıtı yapıtla savunmak ona daha uygun gelmiştir. Zaten söz adamı değil, iş adamıydı. Yapıtları da ortadaydı. Onlar kendi kendilerini daha iyi savunurdu.
i.h.tonguç hakkında
Temrin okulunda, biliyorsunuz, işin bütünü değil, çoğu zaman bir parçası alınırdı. Örneğin bir yapıdan yalnız kapı, yada pencere yaptırılırdı. Yada sadece kapı kemeri, yada dört duvardan biri yaptırılırdı yada yalnızca merdiven. Not alındıktan sonra bunlar yıktırılırdı. Temrin buydu. Tonguç'un açtığı eğitbilim çığırında iş bütündür ve bir gereksinimden doğar. Köy Enstitüsü öğrencileri önce içinde yemek yiyeceği, yatıp uyuyacağı, ders yapacağı yapıları yaptı. Bunların hepsi birer gereksinimden doğan gerçek işlerdir. Hepsi birer "bütünlük" gösterir. Bir kapı iki pencere, bir de merdiven yapıp içinde uyuyamazsınız. Bütün yapı tam olacak. Bel ki bir kimse bütünden bağımsız kapı kemerini sağlam yapabilir. Ama acaba o kapı yapının bütünü içine yerleşince sağlamlığı sürecek mi? Yapılan işi, karşısına geçip bakarak değil, onu kullanarak, içine girip yaşayarak sınamak gerekir. Temrinden notunuzu aldınız mı onu yıkarsınız, sorun biter. Ama "bütün" sağlam olmayabilir. Yaptığınız yapı çürükse yıkılır, altında kalır, ölürsünüz. Temrinci iş anlayışı son derece eksiktir. Tonguç'un getirdiği anlayış daha ciddidir. Yaşamın gereksinmelerine yanıt veren bir anlayıştır. Şakaya gelmez, dalga geçmeye hiç gelmez. Tam yaşamdaki gibi sorumlu bir konudur.
Reklam
Tonguç, önceki eğitimci lerin "temrin" yoluyla öğretim yöntemlerini beğenmiyordu. Onu değiştirip iş yaparak, üreterek eğitmeyi istiyordu. Bilirsiniz, Amerikalı eğitkenlerden John Dewey'nin bir görüşü var. Diyor ki: "Öğrencilere geometriden dikdörtgeni yada kareyi öğretecekseniz, çıtalardan bir çerçeve yaptırın. Ama sonuç olarak ortaya bir resim çerçevesi çıksın." Bu kadar.
Öğretmeni olan köy de o kadar azdı ki! O nedenle Tonguç, eğitmen çözümüyle birlikte deneme olarak başlattığı köy öğretmen okullarının Köy Enstitüsüne dönüşmesi için yasa tasarısı hazırladı. Meclis'te bu tasarıyı Saffet Arıkan'ın yerine gelen Hasan Ali Yücel savundu. Böylece Türkiye'nin 21 yerinde Köy Enstitüleri açıldı. Bunlar tarıma elverişli toprağı olan köylerde sıfırdan kuruluyordu. Köylerden alınan kız erkek öğrenciler gerekli yapıları yapmaya başladılar. Öğretim süresi beş yıl. Haftada 44 saat çalışma var; bunun yarısında kültür dersi yapılıyor, yarısı tarım ve teknik sanatlara ayrılıyor. Erkeklere yapıcılık, demircilik, marangozluk, yerine göre balıkçılık; kızlara dokuma, örgü, biçki dikiş, ev yönetimi, çocuk bakımı, ipek böcekçiliği, meyve ve sebzeleri işleme yöntemleri öğretiliyor.
Kimyasal analizler çömlekçiliğin sanatsal değeri hakkında ne anlatabiliyorsa, tıp da iyileşme, ıstırap çekme ve ölme eylemlerinin anlamlı bir şekilde gerçekleşmesi hakkında o kadar şey anlatabilmektedir," diye yazmıştı Ivan llyiç Limits to Medicine (Tıbbın Sınırlan) adlı kitabında.
"Efendim," diye istekle sözün altını kısıp ocakta uzun tutmaya davranarak, "Bekarlık sultanlık derler. Doğrudur, amma bekar olmak için de sultan olmak gereklidir. Sen sultan mısın, yoo, rezilin erzelin tekisin o zaman evleneceksin. Bekarlık müptezelliği artırır, yani müptezelin müptezelliğini ama öyle olmayanın da şanım, şerefini,
Kapının hemen girişinde üstlerini başlarım çıkarıp vererek, onlara dolapta yer bulunmasını seyrederek, ayakkabılarım eğilip çıkarırken birbirlerine dolanarak, uygun diye uzatılan terlikleri, "Oldu, oldu, zararı yok," diye deneyerek, bir yandan ellerindekileri münasip birine uzatırken kaybolmasına da tedirgin gözlerle mani olmaya çalışarak epey bir debelenmeden sonra nihayet, "Buyrun," denilen ışıkları açılmış salona girdiler.
Reklam
Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz...
Siz tecrübe kelimesinin hakikî mânasını bilmiyorsunuz. Tecrübe sahibi demek, yıpratılmış olmak, muayyen hudutta ve muayyen fikirlerde donmuş olmak demektir. Bu cins insanlardan bize hiçbir zaman hayır gelmez.
- Hayır, telâş etmeyin. Sizden ayrılmak istemiyorum. Sizinle bu müessesede yapacağımız çok iş var. Fakat öğrenmek istiyorum. Niçin inanmıyorsunuz? - Bana müsbet bir işimiz yok gibi geliyor... - Müsbet işten kastınız nedir? Herkesin inandığı aklın bir lahzada kavradığı değil mi? Meselâ hamallık! Eşya var, bir yerden bir yere gidecek,
Yalnız şimdilik bir kâtibe daha ihtiyacımız var. Onu rica edeceğiz. Sonra bana döndü: - Sizin Zehra Hanım acaba kabul eder mi? Tabiî ufak bir ücretle... Ama nihayet müessese ona yabancı sayılmaz. Baba evi gibi bir şeydir. Tekrar belediye reisine döndü: -Zehra Hanım, Hayri Beyin kızıdır. Bu sağlam delil ve bürhan karşısında belediye reisi tek bir cevap bulabildi: -Allah bağışlasın!
Otuz beş sene süren hademelik hayatında birdenbire hiç beklemediği zamanda, olması icap ettiği şekilde bir daireye kavuşmuştu. Fakat onun da aklı bu işi almıyor, benim akşama kadar sağdan soldan bulduğum saatleri tamir etmekliğim, Nermin Hanımın süveter örerek hayatını anlatması, kendisinin bizi seyretmesi için bütün bu işin kurulmuş olmasına şaşıyordu. Onu yormuyorlar, azarlamıyorlar, bunaltmıyorlardı. Binaenaleyh bu iş onun için de mantıksızdı. Bir gün bana utana utana : - Beyim, demişti, bu işe ben de şaşıyorum. İçime acayip şüpheler girmeğe başladı. Acaba öldüm de cennette miyim diye düşünüyorum. O zamana kadar hademe denen mahlûkun kendi hayatının şartlarına göre ayrı bir cennet tasavvuru olabileceğini hiç düşünmemiştim. Fakat saadet telâkkimiz niçin hayat şartlarımıza göre olmasın?
894 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.