Zihnimin yorulduğunu düşünüyorum artık; kalbimin, duygularımın, hislerimin ve isteklerimin küçük bir odaya sıkıştığını, heyecandan ve bir sonraki günün sunacaklarının merakından mahrum kaldığını anlıyorum. Gelecek Yılların, ayların, haftaların hatta günlerin bile bir önemi yok gibi. Yaşıyorum ama ruhumun varlığını sürdürebilmek için değil,
Yorulmuş binlerce ağzından kalaylar, kurallar, hayaller fışkıran insanlara bak
Cennetten kovulmuş, kendinden kovulmuş
Cehennemi her gece yakmış şu insanlara bak
Kalbini yılanın baykuşun akrebin yediği şu nefes alan insanlara bak
Ruhunda bir şeyin sürekli sürekli eksik olduğunu bilen insanlara bak
Ölmek için her sabah uyanan şu insanlara bak
İnsanı
İnanç, tıpkı bir tren tarifesi gibi, özünde bir zamanlama meselesidir. Gar duvarındaki dairevi, heybetli, fildişi saat, insan ömrünün çeşitli zamanlarında vurur. Aynı saatlerde kalkar tren. Öğleden önce tek bir sefer vardır, çocuk yaşta bir inancı benimseyenler buna biner. Öğleden sonra bir kez daha kalkar tren; ergenlik döneminin huzursuz yolcularını da alıp götürerek. Sonra ta akşama kadar başka bir sefer olmaz. Akşam geldiğinde, insan ömründe ilk derin pişmanlıkların baş gösterdiği, işlenen cürümlerin telafisinin mümkün olmadığının anlaşıldığı, en kavi yuvaların tepetaklak devrildiği, ilk ciddi sağlık sorunlarının belirdiği saatte, üçüncü kez kalkar tren. Yolcuları nedense hep son dakikada telaşla biner buna. Ve nihayet gece yarısına doğru, kritik ameli yatlardan sonra ya da ölüme ramak kala, peş peşe iki sefer daha vardır. En kalabalık trenler bunlardır. Hiçbir istasyonda durmadan, şefaat ekspresiyle dosdoğru Tanrı'ya giderler. Akşam yolcularının aksine, gece yolcuları, trenlerini kaçırmamak için, ne olur ne olmaz önceden alırlar gardaki yerlerini. Ve vakit gece yarısını vurduğunda, çember tamamlanıp akrep ile yelkovan başlangıç noktasına vardıklarında, garın o hıncahınç kalabalığından geriye tek tük inançsız kalmıştır.
BIT PALAS
●Birşey var sende dedim bir şey
Sende olup senin görmediğin benim gördüğüm birşey, dedim
○Nedir? Neyden bahsediyorsun? dedi.
●Bir durur bakar mısın? tekrar, dedim.
Önce biraz şaştı, tedirgin oldu, "ne olabilir ki" dercesi ifadeli bir gözle ile yavaş yavaş dönüp bakarken;
●"Kaç cana cellat, ne kadar günahkar?", diye
‘’Üzerimde tonlarca yükün ağırlığı var
Umutlarım ağır yaralı
Gök yüzünden her zaman alacıklı
Bir düşün hayaliyim ben’’ dedi sokaktan geçen üzeri kir-pas içinde olan çocuk. İçim cız değil, cenneti yaktı geçti. Nutkum tutuldu. O an yağan yağmur cehenneme odun taşıyordu sanki. Hatta karınca İbrahim’in ateşinden vaz geçmiş çocuğun ellerini