Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Düştüysek kalkarız diye avuttuk birbirimizi Bir omuz daha eklendi başlamayan hikâyeye Onun acıları biraz daha yosunlaşmıştı Kıyısındaki midyeler kesmişti sadece bileklerini Ölüme ramak kala, kibarlaşmıştı dualarımız. Sanki biraz daha içtendi bu kez Yaptıklarının ardından duaya mı sığınıyorsun gerçekten Duayı güzel yapan bir yürek Ve onu taşıyan bir adam gerek..
Sayfa 71
Ölüme ramak kala...
"İçinde bulunduğum bu terk edilmişlik ortamında hissettiğim şiddetli ve anlamsız her şeyi neden kendime anlatmayı denemeyeyim? Kuşkusuz anlatacağım çok şey var ve ömrüm ne kadar kısa olursa olsun, içinde bulunduğum bu saatten son dakikama kadar onu dolduracak kaygılar, korkular ve acılarda kalemimi aşındıracak, mürekkep hokkasını boşaltacak değerde bir şeyler olacaktır..."
Reklam
Ölüme ramak kala bu soru, bilemedim...
Ya gerçekten de yaşamam gerektiği gibi yaşamadıysam, bilinçli seçtiğim yaşamım yanlışsa?...
Merhaba kitapseverler #GelsendeArtıkGeçKalınmışlıklara#Şiir#ŞerefÖzsoy#okudumbitti#ozlemli_kitaplar##Kitaptanportreokumalari#kitaptanportre#alıntı İyi haftalar dileyerek sizlere kitabın isminden de anlaşılacağı gibi kapak ismindeki şiirle sizlere geldim... GELSEN DE ARTIK GEÇ KALINMIŞLIKLARA Kurşuni siyahlara vurulmuş dolunay aydınlığında
Nathan Schwalb'dan bir mektup aldı. Bu mektup savaş sırasında kaybolmuş olsa da, Weissmandel, mektubun içeriğini net olarak hatırlıyor: "Gönderdiğiniz kurye sayesinde, topluluğunuza, gözümüzün önünden bir nebze ayırmaksızın, neyin hayati önem taşıdığını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Müttefikler savaştan zaferle çıktıklarında, I.
Sayfa 167Kitabı okudu
Camii.. çokları için cumaları bile değil, muhtemelen ölüme ramak kala çoğunlukla da öldükten hemen sonra gidilen bir yer idi..
Reklam
Adına hayat dedikleri bir yol vardı. Her yanı diken, her yanı çıkmazdı. Arkasında uçurumlar, önünde sonu gelmeyen engeller saklıydı. Kaçsan kaçamaz, yürüsen düşüp kalkamazdın. Ölüme ramak kala olurdu hep adımların.
Sayfa 418
Uzun ama çok etkileyici ;
İnanç, tıpkı bir tren tarifesi gibi, özünde bir zamanlama meselesidir.Gar duvarındaki dairevi, heybetli, fildişi saat insan ömrünün çeşitli zamanlarında vurur.Aynı saatlerde kalkar tren. Öğleden önce tek bir sefer vardır, çocuk yaşta bir inancı benimseyenler buna biner.Öğleden sonra bir kez daha kalkar tren, ergenlik döneminin huzursuz yolcularına da alıp götürerek.Sonra ta akşama kadar başka bir sefer olmaz. Akşam geldiğinde, insan ömründe ilk derin pişmanlıkların baş gösterdiği, işlenen cürümlerin telafisinin mümkün olmadığının anlaşıldığı, en kavi yuvaların tepetaklak devrildiği, ilk ciddi sağlık sorunlarının belirdiği saatte, üçüncü kez kalkar tren.Yolcuları nedense hep son dakikada telaşla biner buna.Ve nihayet gece yarısına doğru, kritik ameliyatlardan sonra ya da ölüme ramak kala, peş peşe iki sefer daha vardır.En kalabalık trenler bunlardır. Hiçbir istasyonda durmadan, şefaat ekspresi ile dosdoğru Tanrıya giderler.Akşam yolcularının aksine, gece yolcuları, trenlerini kaçırmamak için, ne olur ne olmaz önceden alırlar gardaki yerlerini.Ve vakit gece yarısını vurduğunda, çember tamamlanıp akrep ile yelkovan başlangıç noktasına vardıklarında, garın o hıncahınç kalabalığından geriye tek tük inançsız kalmıştır.
Yok oluşa ramak kala, okumaya başlıyoruz..
Bir afyon dalgası içinde, deli bir hazla çürüyüşlerine koşan, bu arada ölüme ve öldürmeye yönelen, sorumluluklarını ve görevlerini, kısacası, öz hayatlarını bırakıp yeldeğirmenlerine saldıran, boyuna, yeni yeni yeldeğirmenlerine yöneltilen, birbirleriyle, sonuç olarak da kendi kendileriyle boğazlaşan, bu boğuşta afyon coşkusuna kapılan.. dünyadan, hayattan ve hayatlarından kopan, kız, erkek, binlerce onbinlerce, yüzbinlerce genci; koskoca bir nesli görüyordu aynada.. dışardan.. ilk defa!
Sayfa 263 - Ötüken yayınlarıKitabı okudu
29 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.