Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Düşüncelerim uykuda da beni yalnız bırakmadı. Karanlık bir oyunun sergilendiği tiyatrodaydım. Kendini akıllı sanan cahillerin olduğu bir oyun beni o kadar yormuştu ki, oturduğum yerden kalkma arzusuyla başa çıkmak zorunda kalmıştım. Gitmek istiyordum. Sahnenin bir ucundan diğer ucuna koşturan, kendini bilge sananların çılgınlığı başımı döndürmüştü ama çıkıp gidemiyordum. O çocuğun kurtarılmasını bekleyerek orada kaldım. Uyandığımda hem yorgun, hem de hüzünlü hissediyordum.
"Ne iyi olurdu," diye düşünüyor lu, "ne iyi olurdu, her şey Prens Mariya'ya göründüğü gibi sade ve açık olsaydı. Bu dünyada kurtuluşun nerede olduğunu ve sonra orada, ölümden sonra bizi neyin beklediğini bilmek ne iyi olurdu! Şimdi ben, 'Merhamet et bana Tanrım,' diyebilseydim ne kadar mutlu olurdum… Ama bunu kime söyleyeceğim? Ya, belirsiz, ulaşılmaz bir varlıktır, ki ben ona seslenemem, seslensem de söyleyecek söz bulamam; ya da bir hiçtir," diye konuşuyordu kendi kendine, "y da o, buraya Prenses Mariya'nın şu muskaya işlediği Tanrı'dır. Anlaşılır şeylerin hiçliğinden ve anlaşılamayan ama her şeyden önemli olan bir şeyin yüceliğinden başka gerçek olan hiç, hiçbir şey yok!"
Reklam
İnsan ve Yeryüzü Gerçekliği Doğum, insan canlısı için sarsıcı bir deneyimdir. Çünkü her durumda prematüre doğar insan, hazırlıksız gelir dünyaya. Rahim, ihtiyaçların kesintisiz olarak karşılandığı, ılık, karanlık, korunaklı bir ortamdır fetüs için. Ama orada amniyotik sıvının içinde, dış dünyaya göre oldukça konforlu ve güvenli bir ortamda salınırken, bir gün aniden hiç bilmediği, tanımadığı yırtıcı uyaranlar evrenine düşer. Aşırı soğuk, aşırı aydınlık, aşırı gürültülü, belirsizliklerle dolu bir evrendir dışarısı. Ve bebek sırtından dünyaya yapışıktır dışarıda. Hareket edemez, diğer memeli türler gibi doğduktan birkaç saat sonra sürüye katılamaz, bütünüyle çaresizdir. Doğar doğmaz sürekli ihtiyaçlarla uyarıldığı, her şeyden korktuğu ve bu ikisinin verdiği huzursuzluğu dindirmek için muktedir ötekine vampir gibi yapıştığı bir yaşama düşer insan canlısı. Dehşet verici bir deneyimdir doğmak. Samuel Beckett’in net bir dille ifade ettiği gibi; yeryüzündesindir ve bunun tedavisi yoktur artık. Bebeğin yürüyüp konuşabilmesi, toplumun diğer bireyleriyle etkileşime geçebilmesi için ona bakım verenlerden oluşan sosyal bir küvözde yaklaşık üç yıl yoğun bakım alması gerekir. İnsan canlısındaki güvensizliğin, huzursuzluğun, çaresizliğin ve diğerlerine olan derin ihtiyacın kaynağı bu prematüre yani olgunlaşmamış doğumdur. Yetersiz ve zor başlamış olmaktır hayata. Bebek büyüyünce hafifler ama nitelikte çok da değişmez durum.
Narsist birey servis ettiği görüntünün, yarattığı illüzyonun ardında aslında kimdir, meselesi nedir, neyi neden yapar, asıl motivasyonu nedir, ihtiyacı/arzusu nedir, ötekiyle hangi ihtiyacı, nasıl karşılamaya çalışır, ötekini hangi rollere sokar, boşlukları, eksiklikleri, zayıflıkları nerelerdedir ve nelerden kaynaklıdır, en önemlisi de aslında orada, o sırada, narsist bireyle ötekiler arasında ne olmaktadır? İşte bütün bunlar görülür ve anlaşılabilir hale geldiğinde, mücadele edilen kişi gerçekten tanındığında, onunla girilen etkileşimde nasıl bir kimyasal tepkimenin ortaya çıktığı anlaşılıp anlamlandırıldığında, ancak o zaman taktiklere ihtiyaç duymadan, kendini yıpratmadan, hastalanmadan ve eksilmeden patolojik narsisizmle baş edebilmek mümkün.
Anlaşılan o ki; narsist bireyleri narsisistik savunmalarla, hazır taktiklerle alt etmeye çalıştığımızda hem narsistleşiyor hem de onlarla kurduğumuz ilişkilerde alta düşüyoruz. İşte tam da bu yüzden, semptom kovalamaktan, narsist yakalamaktan ve taktik ezberlemektense narsisizmi anlamak gerek: Sarsılmaz görünen özgüvenin ardındaki ruhsal
"Dünya durmayan bir salıncaktır: Orada her şey, toprak, Kafkas'ın kayalıkları, Mısır'ın ehramları, hem etrafıyla birlikte, hem de kendi kendine sallanır. Durmanın kendisi bile daha ağır bir salıntıdan başka bir şey değildir."
Sayfa 3
Reklam
İşçi mahallesinin bu dar sokağında, rengarenk duvar kağıtlarının ortaya çıktığı iç duvarlarda, tanklar tarafından çiğnenmiş küçük bahçelerdr ve bostanlarda, orada burada tek tek kalmış, neden çiçek açtıklarını bir tek tanrının bildiği sonbahar yıldızlarında insanın içine işleyen bir hüzün vardı.
Sayfa 97 - Can Yayınları 6.Baskı ~ StalingrandKitabı okuyor
Yanan bir evin penceresinden yükselen çocuk çığlıkları, dikkatimizi bir anda o yöne sabitler ve içimizde yoğun duyguların kabarmasına yol açar. Fakat sonrasında, etrafımıza bakınmaya başlar ve kendi olanaklarımızı gözden geçiririz. Acaba atlayabilirler mi? Onları yakalayabilir miyiz? Birileri itfaiyeye haber vermiş midir? Acaba evin dışında ya da
Sayfa 160 - Akılçelen KitaplarKitabı okudu
H. K.
Kendi adıma, hiçbir zaman kesin inançlarım olmamıştır: Sahip olduğum tek şey duygulardır. Sırf orada rezil bir günbatımı seyrettim diye bir yerden nefret etmem. Duygularımızı dışa vurduğumuzda, onları gerçekten hissetmekten çok, hissettiğimize kendimizi ikna etmeye çalışıyoruzdur.
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.