Fakat bir kez daha hissediyorum ki, bir ara vermeliyim, çünkü tek bir sözcüğün bile ne kadar çok anlama gelebileceğini, nasıl zıt yönlere çekilebileceğini fark edince korkuyorum. Şimdi, ilk kez bütünlük içinde birşeyler anlatmaya kalktığımda, hareket halindeki yaşayan bir şeyi derli toplu bir halde saptamanın ne kadar zor olduğunu ancak fark ediyorum. Az önce ben, 7 Haziran 1913 günü öğle saatlerinde bir fayton kiraladığımı yazdım. Fakat bunda bile şimdiden bir belirsizlik var, çünkü üzerinden henüz dört ay geçmiş olmasına rağmen ben epeydir o 7 Haziran günündeki ben değilim artık, oysa hâlâ o zamanki "bana" ait olan yazı masasının başında oturuyorum, o benin kalemiyle ve onun eliyle yazıyorum. O zamanki "ben"den, tam da bu olay nedeniyle tamamen koptum; artık ona dışarıdan, soğuk ve yabancı bir tavırla bakıyorum ve onu, hakkında pek çok esaslı şey bildiğim, ama yine de benim dışımda kalan bir oyun arkadaşı bir iş arkadaşı, bir dost olarak tasvir edebilirim. Bir zamanlardaki "ben" olduğunu hiçbir şekilde hissetmeden onun hakkında konuşabilirim, onu eleştirebilirim veya yargılayabilirim.
Sayfa 4
Normal, anormal. Bu kelimeleri çocukluğumdan beri sevmem. Daha o zamanlar, bazı akrabalarım bana anormal derlerdi. Bu sözler insanın yüzüne söylenmez. Gene de duyar insan. Anormal. Bu çocuk anormal. Bu çocuk normal değil. Onlara göre, durmadan kitap okuduğum hatırladığıma göre çok okumazdım doğrusu ve misafirlerin yanına çıkmadığım bu “yanına çıkmak” deyimi beni ürpertirdi, içime bulantı verirdi ve gereken yerde gereken kelimeyi bulamadığım için bu nedenle bana ayrıca aptal da derlerdi anormaldim. Ben de büyüyünce çok normal olmak ve onları utandırmak için yanıp tutuşurdum. Galiba haklı çıktılar. Nasıl bildiler bunu? Onların akılsız, duygusuz ve bilgisiz olduklarını bildiğim için, haklı çıkmalarına bütün kalbimle ve aklımla ve öfkemle isyan ediyorum. Ben haklı çıkmalıydım. Olmadı. Sebep olanların gözü kör olsun! ... Evet. Onlar haklı çıktı. Sonunda, bana olanlar olduktan sonra, aralarında konuşacaklar: yıllarca önce biz bu durumu anlamıştık, diyecekler. Kitap okumasından belliydi, misafirlerin yanına çıkmamasından anlamıştık. Yerli yerinde karşılıklar bulup söyleyememesi onu bu duruma getirdi. Bir bakıma talihsizim. Misafirin yanına çıkmadıkları halde başlarına bir şey gelmeyenler de var. Onlar bir bakıma kaybediyorlar. Eksik olsun böyle kazanç. Ben ölüyorum: görmüyor musunuz? Yazık diye üzülecekler. Fakat, haklı çıkmanın sevinci içlerini ısıtacaktır. Beter olsunlar diyeceğim; oysa beter olan benim.
Reklam
Öykü sevenlere, okumayı sevenlere, okumak isteyenlere, yazmış olduğum bir öykü. Okuyunuz derim. "Merdivenleri koşarak çıktım. Odamın kapısını büyük bir nefretle kapattıktan sonra kendimi yatağıma attım. Hıçkırıklarım boğazıma birer birer düğümleniyordu. Az önce yaşadığım şeyleri asla sindiremeyeceğimi çok iyi biliyor ve belki de bu yüzden
Alıntı
En yüce değer,emeği yaratan insandır. Para kazanmanın onursuzluğu... İddia ediyorum herhangi bir işte çalışmakla fahişelik yapma arasındaki tek fark yöntemseldir, amaç aynıdır: para kazanmak Daha onurlu yaşamak için para kazanmamaya var mısın dedim, : Bizi bu sisteme sıkı sıkıya bağlayan nedir? PARA..Nasıl da satın alınmışız!Daha doğarken
Zaman 3( Belki bu An'dır)
Bir hikaye yazmaya oturacağım bir gün. Kendi kalemimle. Kendi hikayemi değil. Masa lambam olacak çünkü; gece olacak. Gündüz yaşanır yazılsın diye gece. Güneş ay'ın şavkını bilmez ayın şavkı seni.. Ama ben yazacağım, yaşadığını. Dünyadan geçişini. Gelişini bilemem. Ama geçerken gördüm seni. Sen avuçlarının içinde tellendirirken zamanı ben oturup
(COK UZUN VE KİTAPTA HERBİR SÖZÜN DÜŞÜNÜLESİ EN NAİF BÖLÜMÜ) “ Momo, şimdi o büyük salonun içindeydi. Burası en büyük kiliseden daha görkemli, en büyük istasyonların salonlarından bile daha genişti. Güçlü sütunların üzerinde yükselen tavan neredeyse görünmüyordu. Etrafta hiç pencere yoktu. Kocaman salonu aydınlatan altın renkli ışık çevrede
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.