Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çokuluslu, zengin Selanik kentinin Osmanlı yönetimi altındaki son yılları bir düşünsel kaynaşma dönemiydi. Türk milliyetçiliği ideolojisi İstanbul'da, hem İslam tarihinde Türklerin rolünden söz eden Batılı oryantalistlerin, hem de Rus imparatorluğundan kaçan Türk kökenlilerin Pan- Slavizm fikrinden esinlenerek geliştirdikleri görüşlerin birleşmesiyle güçlenirken, bu ilkeler Selanik'te Balkan halklarının milliyetçiliğiyle temas sonucu keskinleşiyordu.
Atatürk ve Panislamizm
Modern gerçeklik, İslam dünyasının "maddi bir imparatorluk halinde bir noktadan sevk ü idaresini" imkânsız kılmaktadır; dolayısıyla, bu bir "hayal" olup, "ilme, mantika, fenne muhalif bir şeydir. Bu değerlendirmesinin de ortaya koyduğu gibi, Mustafa Kemal, Pan-Islâmizme "ideoloji"den ziyade "siyaset" olarak yaklaşmıştır
Sayfa 376 - Bağlam Yayınevi
Reklam
1922'de, Yunanlara karşı elde ettikleri zafer anında hâlâ büyük belirsizliklerle karşı karşıyaydılar. Türkler, tabir caizse, bir imparatorluğu kaybetmiş ve dünyada henüz yeni bir rol bulamamış bir halktı. Ulusal kurtuluş mücadelesinde birçok mevzu ortaya çıkar; İslam ve pan-İslam, Türkizm ve pan-Türkizm ve emperyalist Batı'ya düşmanlık. Türkiye -Türk ulusunun vatanı- uzun zamandır nispeten ikincil bir mevzuydu. Yine de, yabancı işgalcileri yeniden tanımlanmış ulusal topraklardan çıkarmak mücadelesi, kaçınılmaz olarak bu mücadeleye vatanperver bir savaş karakteri verdi. Ayrıca, Türkiye devleti ve Türkiye ülkesi temelinde, şimdiye kadar Türklere bilinmez bir varlık olan yeni bir vatanseverliğin yolunu hazırladı. Rusya'daki ayaklanmanın getirdiği cazibelere direnen Mustafa Kemal (sonradan Atatürk soyadını almıştır), tüm pan-İslam ve pan-Türk gayeleri ve hırslarından vazgeçti ve halkını da aynı yolda ilerlemeye ikna etti. Diğer ülkelerdeki Türk ve Müslüman kardeşler kendi savaşlarında mücadele etmeliydi. Türklerin kendi ülkelerinde gerçekleştirmesi gereken acil ve zor görevler vardı. Ortadoğu halkları arasında, sadece Türkler, antik çağda bölgede hemen teşhis edilebilecek bir ata iddia edemezdi. Atatürk, onlara Troya'yı ve Hititleri verdi, tarih ve arkeolojinin yoğun bir şekilde yeşertilmesi ile Türklerin ikamet ettikleri ülkeye karşı kimlik duygusunu güçlendirmeye çalıştı. Günümüzde Türkiye, Batı Avrupa tipi demokratik bir vatanseverliğe yönelik muhtemelen geri dönüşü olmayan bir seçim yapmıştır.
Sayfa 121Kitabı okudu
247 syf.
3/10 puan verdi
·
10 günde okudu
Öncelikle kitabın yazarı olan Kral Abdullah hakkında biraz bilgi vereyim. Kendisi Osmanlılara isyan eden Arap ordusunun başında olan Şerif Hüseyin'in oğlu ve Ürdün Haşimî Krallığı'nın kurucusu ve ilk kralıdır. Bu kitapta da Büyük Arap İsyanı sürecini ve sonrasını hiç de objektif olmayan bir bakış açısıyla anlatmış ve olaya tamamen kendi
Biz Osmanlı'ya Neden İsyan Ettik?
Biz Osmanlı'ya Neden İsyan Ettik?Kral Abdullah · Klasik Yayınları · 2006173 okunma
Kemalizm ve Panislamizm
Hariciye Vekili Bekir Sami'nin Londra Konferansı sırasında görüştüğü Lloyd George' a "Türk hükfımetinin PanT uranizm ve Pan-İslamizm siyasetlerini işlevselleştirmeyi düşünmediğini"239 söylemesinden bir hafta sonra, toplantıdan olumlu netice alınamayacağı belli olduğunda piyasaya sürülen, "İslam kıyamının karargah-ı 'umumisi Ankara'da," "Avrupa, Asya ve Afrika'da Hıristiyan zulm ü ceberutu altında inleyen bütün Müslümanların" temsilcilerinden oluşacak "mu'azzam bir kongre," "bir Müslüman enternasyonali" toplama tehdidi bunun ilginç bir örneğidir. Mustafa Kemal, "Batı emperyalizmi ile savaş" amacıyla böyle bir kongre toplanması için Rusların da desteğini almaya çalışmış, ama "Pan-İslamizmi benimsemiyoruz" diyen bir liderin neden böylesi bir hamle yaptığını kavrayamayan muhatapları, girişimin "Pan-İslamizme ve dini bağnazlığa" yuvarlanabileceği çekincesini dile getirmişlerdir. İslamcı mehafilde heyecan yaratan bu teşebbüs, şüphesiz, "yapıyoruz, yapacağız," kanının masaya koyulmasıdır. İngilizler, girişimi, "Kemaliscler"in "Pan-İslamisr" programının parçası olarak görerek tehdidi ciddiye almışlardır. Fakat, Mustafa Kemal için bu, uzun vadeli bir siyaset olmayıp, taktik bir manevradan ibarettir.
Sayfa 378 - BağlamKitabı okudu
Faysal, Arapların isyan bayrağını çektiğinde Abdülhamit'in, uğrunda yığınla insanı öldürdüğü, bıkmadan usanmadan çalıştığı ve başını koyduğu uluslar-üstü Pan-İslam Devleti ideali ve Kaiser'in Müslümanlarla (Osmanlılarla) işbirliği yaparak gerçekleştirmeyi düşündüğü dünya-planları bir anda hayale dönüşüvermişti. Türklere karşı başlattığı bu başkaldırıyla birlikte Şerif Hüseyin, Arap tarihindeki iki önemli dönemi kapatmış oluyordu.
Reklam
Arap Osmanlıcılığı yelpazesinin öteki ucunda Emir Şekip Arslan (1869-1946) bulunuyordu. Lübnan'ın güçlü bir Dürzi ailesinden gelen Arslan, El-Afgani ve Abduh'un fikirlerinden etkilenerek Abdülhamid'in Pan-İslamcı politikasının güçlü destekçilerinden biri olmuştu. Gazeteci, şair ve yerel bir politikacı olan Arslan, Osmanlı İmparatorluğu'nun ayakta kalmasının ümmetin bölünmesi ve Avrupalı imparatorluk devletlerinin işgaline karşı tek garanti olduğu görüşünü savunmaktaydı. Onun gözünde, Osmanlıcılık ile İslam birbirlerine sıkıca bağlıydılar; İslamiyet'te reform, doğal olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun canlanmasına yol açacaktı. Abdülhamid'in devrilmesinden hoşnut değilse de, imparatorluğun Islami merkezini koruma kararlılığı olarak gördüğü şey sebebiyle İttihatçı rejimi kabul edebilmişti. İttihatçılar da buna karşılık, Arslan'lar gibi eski bir ailenin desteğinin avantajlarını anlamışlar ve onları ödüllendirmişlerdi. İttihatçıların desteğiyle Arslan, 1914'te Osmanlı parlamentosuna seçildi ve daha sonra iki kardeşi de kendisine katıldı. Arslan'lar, Osmanlıcılığın siyasal faydalarını görmüşlerdi; statülerini İttihatçı rejimde de korumuş bir Arap ayan ailesi olmalarının bir sebebi budur.
Sayfa 160 - Agora KitaplığıKitabı okudu
Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin laik milliyetçi liderleri pan-İslam birliğinin başlıca kurumu olan halifeliği 1924'te kaldırarak, laik bir devlet olduklarını ilan ettiler. Bundan sonra Müslüman dünya, muzaffer Vestfalya uluslararası düzeniyle, artık gerçekleştirilmesi mümkün olmayan darülislam kavramı arasında bir açmaza düştü. Orta Doğu toplumları yetersiz deneyimleriyle, çoğunlukla tarihsel kökenleri bulunmayan sınırlar içerisinde kendilerini modern devletler olarak yeniden tanımlamaya koyuldular. Avrupa tarzı laik bir devletin ortaya çıkışının Arap tarihinde daha önce hiçbir örneği yoktu.
Sayfa 128Kitabı okudu
İslami canlanmanın etkin siyasal boyutu, "hayatı 19. yüzyılın son çeyreğinde İslam dünyasının tamamını etkileyen kişi" olarak tanımlanan Cemaleddin el-Afgani'nin (1839-1897) kişiliğinde cisimleşmiştir. El-Afgani'nin İslam düşüncesi üstündeki etkisi, teolojik formüllerinin özgünlüğünden ziyade, Islami dayanışma adına yaptığı
Sayfa 141 - Agora KitaplığıKitabı okudu
Abdülhamid, hükümdarlığının son yıllarında sarayında giderek daha çok tecrit edilmiş bir şekilde yaşamaya başlamıştı. Pan-İslam politikası imparatorluğun Müslüman tebaası arasında tutulmamış değildi, ancak Osmanlıların toprak kaybını önlemedi ve Tanzimat programlarından daha başarılı olamadı. Kendi kurduğu okulların mezunları Abdülhamid'i ilerlemeye bir engel olarak gördüler ve onu tahttan indirecek hareket, subaylar ve Avrupa'daki sürgün toplulukları arasında oluşmaya başladı.
Sayfa 138 - Agora KitaplığıKitabı okudu
Reklam
II. Abdülhamid (1876-1909), sınırsız hükümdar otoritesi kullanan son Osmanlı padişahıydı. Iktidara gelişinin ikinci yılında desteklemeye yemin ettiği anayasayı askıya almış ve otokrasisini güçlendirmek için hükümet mekanizmasının kontrolünü bürokratlardan saraya kaydırmıştı. Osmanlı tarihinin üçüncü en uzun iktidarı olan otuz üç yıllık hükümdarlığı, bir reform ve muhafazakârlık karşımıyla başlamış, ama Avrupa kurumları ve fikirlerine baskıcı bir tepkiyle sona ermiştir. Sultan, merkezi hükümetin çok genişletilmiş gücünü Osmanlı halkının siyasal ve entelektüel faaliyetlerine sınırlamalar getirmek amacıyla kullanmıştır. Batı'dan esinlenilmiş reformların toptan benimsenmesine karşı tepki, Abdülhamid'in Osmanlı İmparatorluğu'nun İslami mirasını vurgulamasıyla simgelenmiştir. Tanzimat laikliğinin aksine Abdülhamid, çevresini halifeliğin debdebesiyle sarmış ve dini kuruma hizmet etmiştir. Abdülhamid bütün dinlerin eşitliğini kabul eden Osmanlılığı da ikinci plana itmiş, yerine Pan-İslam doktrinini benimsemiştir. Bu doktrin Abdülhamid'in halife olarak konumuyla ve dünyadaki bütün Müslümanların koruyucusu olma iddiasıyla yakından bağlantılıydı. Tek bir halifenin idaresi altında yeniden canlanmış bir İslam ümmeti fikrinin gerçekleşmesi pek mümkün görünmese de, Abdülhamid'in bu anlayışı kurcalaması kendi konumunu güçlendirmişti ve İslami dayanışmanın yeniden kurulmasıyla Avrupa hakimiyetinden kurtulma ihtimaline dikkat çekmişti.
Sayfa 135 - Agora KitaplığıKitabı okudu
Müslüman ülkelerdeki ilk kuşak liderlerden İslam hakkında çok az görüş duyulmuştu. Kendilerini emperyalizm karşıtı aktivistler olarak ayırıyorlardı: Örneğin Atatürk bir ulus inşacısı olarak karizması ve otoritesini Türkiye'de İtilaf Devletlerini kapsamlı bir biçimde bozguna uğratarak elde etmişti. İktidarı üstlenmesinden kısa bir süre sonra dünya üzerindeki pan-İslamcıların siyasi umutlarını gözünü kırpmadan yok edip Osmanlı Halifelik makamını feshederek yoluna devam etti. Popüler İslam üzerine ifadeleri yasakladı ve tarikat şeyhlerini tutukladı (bazılarını infaz etti); Şeriat hukukunun yerine İsviçre medeni hukuku ve İtalyan ceza hukukunu getirdi. Comteçu Pozitivizmin bu taraftarı, tutucu muhalefetle karşılaşan pek çok Müslüman liderin özel olarak düşünmüş olabilecekleri şeyi kamusal olarak ifade etti: “İslam, edepsiz bir bedevinin absürd teolojisi, hayatlarımızı zehirleyen kokuşmuş bir kadavradır. Onur kırıcı bir ölüm nedeni olmaktan başka hiçbir şey değildir."* Adolf Hitler, Türk lidere her şeyden çok toplumundaki gerici unsurları iğdiş ettiği için hayrandı. “Kemal Atatürk'ün” diye yazdı, “din adamlarıyla bu kadar hızlı başa çıkması tarihteki en inanılmaz bölümlerden biridir!"
Aynı idealizm ve şiddet kombinasyonu, aynı dindarlık ve terör kombinasyonu, İslam Fedaileri isimli İranlı organizasyonda görü­lebilir ki Dağın Şeyhi'nin Orta Çağ ulakları tarafından kullanılan bu terimine kasten ithafta bulunmuşlardır. Her ne kadar Şii olsalar da, iletişimde oldukları Mısır'ın Müslüman Kardeşler'ine benzer pan-İslamist görüşlere sahiplerdi. 7 Mart 1951'de, üyelerinden biri İran Başbakanı General Ali Razmara'yı vurarak öldürdü. Fedailerin lideri Nevvab Safevi'nin 1954'te Mısır'ı ziyareti etmesiyle, Müslü­man Kardeşler ve Mısır Hükümeti'nin ilk ciddi ve aleni çatışması başladı. Akabinde yıldızı sönmeye başlayan Fedailer, İran siyasetin­ de değişken ve endişe veren bir faktör olarak kalmaya devam etti. Türkiye'de bile -Kemalist Cumhuriyetin Batılılaşmış, seküler ve kültürlü toplumunda- Kemalist devrime karşı savaşkan bir di­ni muhalefet vardı. Liderleri genelde yetkili ulemadan değil tarikat şeyhleri arasından çıkardı. Mustafa Kemal'in hayatı boyunca, dini tepkiye öncülük edenler Nakşibendi tarikatıydı. Müritleri 1925'te Güneydoğu illerinde ve 1930'da Menemen'de olmak üzere, çeşitli silahlı ayaklanmalara başlattı. Daha sonra, Ticani ve Nurcu hare­ketler Kemalist devrime karşı durulması yönünde vaaz ve mücadele verdiler ama silahlı isyan başlatamadılar.
Sayfa 150 - Kronik Kitap 1. BaskıKitabı okudu
Muhammed Abduh'un İslam mücadelesi esasen barışseverdi; dinsel, etik ve kültürel konularla ilgiliydi, siyaset yahut savaşla değil. Batı'nın ya da Batılılaşmış rejimlerin egemenliğine karşı silahlı dini direniş, daha basit ama daha savaşkan bir şekilde bazı uzak ve üc­ra bölgelerde zaman zaman alevlendi. Libya'daki Senusi
Sayfa 142 - Kronik Kitap 1. BaskıKitabı okudu
Pan-İslamizm ülküsü -Hıristiyan imparatorlukların tehdidine karşı Müslümanların ortak cephesi- 1860'lar ve 1870'lerde Yeni Osmanlılar arasında doğmuş gibi görünüyor ve muhtemelen kıs­men de olsa Alman ve İtalyan milliyetçiliğinden ve onların birleşme örneklerinden ilham alıyordu. İslami terimlere aktarılan bu kavram, Türklerin ya da başka herhangi bir etnik ya da dilsel ortaklık içe­ren ulusun değil, tüm Müslümanların dayanışma ve birliği anla­mına geliyordu. Bu kavram, o zamanlar çoğu Müslüman için pek bir şey ifade etmiyordu. Yeni Osmanlılar, Müslümanların önemli ortak hedeflerinden biri olan İslam Birliği'nden (İttihad-ı İslam) sık sık bahsediyorlardı. Rusya tarafından yenilgiye uğratılan Orta Asya hanedanlıklarına yardım etmediği için Osmanlı hükümetine serze­nişte bulundular. Onlara göre Mısır ve Tunus gibi uzak vilayetler­le olan bağlar güçlendirilmeli ve Osmanlıların doğal lideri olduğu Müslüman dünyasının geri kalanıyla daha yakın ilişkiler kurulma­lıydı.
Sayfa 136 - Kronik Kitap 1. BaskıKitabı okudu
208 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.