Zaman ne kadar da yorulmak bilmeyen bir koşucuymuş.
Merhaba dostlarım, uzun zamandır bir şey yazmadığımı farkettim ve ilerleyen yaşın getirdikleri ile geçen zaman düştü aklıma.
Zaman ne kadar da yorulmak bilmeyen bir koşucuymuş.
Olgunlaşma düzeyinin yaşadığın hayatla ilgili olduğunu , insanların salt iyi ya da kötü olmadığını, önceliklerinin değiştiğini ,
gençlikte olduğu gibi affedici olamadığını
Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,
Biraz kolonya sürünsem,
Ferahlasam, pencereyi açsam.
Şöyle bir şey yazdım sonra:
Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre
Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.
Berbattı,
Bir şiire böyle başlanmazdı.
İç ses diye söylendim,
Ardından Yıldırım Gürses...
Aptal aptal güldüm bir de buna.
Ayşecik vazoyu
"Sizde dikkatimi çeken şey,"
demek isterdim,
"ahlâksızlığınızın küstahlığıdır
Ortadoğu Bey."
Ahlâksızlığı küstahlıkla, küstahlığı ahlâksızlıkla bu denli ustaca harmanlayan bir başka coğrafyaya daha şahitlik etmedim. Avamı bir kenara bırakırsak -ki kan kusarak kabullendikleri açık, ister gönüllü ister kerhen aktörler olsun
Kızım sabah erkenden, kışın doğdu. Karanlıktı. Eve doğru yürüyordum, hastanenin çıkış yolun ilginç bir tünelden geçiyordu. Bir rahimden çıkıyormuşum gibi hissettim kendimi, sanki o çocuğun yolundan geçiyordum. Yeni doğan bir baba. Uzun zamandır bu kasabada saat 5'te, gün doğmadan önce dolaşmamıştım. Neon ışıkları sönüyordu, ilk tramvay geçti numarasına baktım. Yedi. Bunun her şeyin iyi olacağı anlamına geldiğini söyledim kendime. Saat tam 5:07'ydi. Bir adam gazete standını açıyordu, o günkü gazetelerin hepsinden birer tane istedim. Adam bana mahmur, hayret dolu gözlerle baktı. Bugün ilginç bir şeyin olduğu yok ki, dedi afallayarak.
Var, var, dedim.