Sende yer yüzüdür gövde bulan
Ey Suların sonsuzluğu
Bakışlarım demir atsın gözlerinin limanına
Fırtınalara yorgun yüreğim ;
Sana Bütün Sabahlarım sesinde ağarsin
Keder tırmanmasın yüzüme bir daha;Sarmaşık gibi;
Öpüşlerin damlasın çöl dudaklarıma
Biliyorum; Yüreğim durgun sudur; dindiğim
Korku kıyılarımı sildiğim
Sana geldim
Sustum ve yumdum
İki
"Seyduna ve Şahrud" efsanesini bilen var mı?
Rivayete göre birbirini seven ancak birbirine kavuşamayan iki nehirmiş... Şahrud, hayat veren ırmak'mış... Seyduna ise Alamut Kalesini çevreleyen 'cennetin içinden geçen nehir'miş... bu yüzden de Alamut Kalesi'nin muhteşem hükümdarı Hasan Sabbah'ın diğer ismi de Seyduna imiş...
İran’ın kuzey taraflarındaki Kazvin’de bulunan Elbruz Dağlarında; eteğinde Şahrud Irmağının çağıldadığı, üzerinde kartalların yuva yaptığı sarp kayalıklardan bir kale yükselir. Ulaşılmaz sağlamlıkta bu kale büyük bir alanı görebilmektedir. Kalede, Alevi Mehdi isminde bir lider hüküm sürmektedir. Ancak Alamut ismi Mehdi ile değil, 35 yıl boyunca
Sürgün
nicedir seyduna'nın dağlarında kuşlar yerine
kurşunlar kanat çırpardı.
kurşun, kendi çığlığına uyanır,
kendinden utanırdı bu coğrafyada,
ki hiç sevmedi sesini, ismini...
ölüm arayan, ışığında oturur ağlardı.
ne zaman çığlık kopsa, bilirdi,
ardı derin susku kuyusu olurdu,
bir yaprakta olsun solumazdı hayat.
şehirleri birbirine
Seyduna ve Şahrud'un efsanesi...
"Seyduna ve Şahrud kavuşamayan iki nehrin yitik öyküsüdür. Seyduna, Alamut Kalesi'nin hükümdarı Hasan Sabbah'a verilen addır. Şahrud ise özünde bir semboldür, yani Şahrud diye birisi yoktur. O toprağın ve suyun ta kendisi olduğu için, hayat verdiği için o ismi almıştır. Cennetin içinden geçen Şahrud,
Biliyorum sen yine
parmak uçlarında üşüyorsun...
aramızda kıvrılıp yatan uzaklığa inat, ayaklarınla kasıklarımın kasırgasını,
ellerinle yüreğimde yaktığın ateşi düşlüyorsun.
sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta
ve çırılçıplak bir ırmağa dönüşüyoruz yatağımızda.
apansız pencerende gülümsüyor güneş, ne güzel!
bütün parmakların tıkır tıkır işliyor.
iştahla biliyorsun, yaşamaktır aşk
geceyle gündüzün sessiz geçişi midir bir uyku boyunda
delice bir yangın parmaklarının buzulunda
ah şahrud,
her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli!
Hikaye 11. yüzyılda İran'da geçiyor. İsmaili öğretisini yaymak, Selçuklu İmparatorluğu'nu yıkmak isteyen hırslı Hasan Sabbah birtakım planlar yapar. Alamut Kalesi'nde kurduğu cennet bahçeleri ve haşhaş vasıtasıyla fedailerini birer korkusuz suikastçiye dönüştürür. Fedailerinden biri olan İbni Tahir'e Nizam-ı Mülkü öldürttürür.Kendini mehdi ve peygamber ilan eden Hasan Sabbah, bir başka fedaisi olan Cafer'e ise Selçuklu Sultanı Melikşah' ı öldürttürür. Bu arada Alamut Kalesi'nde birtakım olaylar gelişir. Sabbah'a en yakın kişilerden Meryem intihar eder. Hasan Sabbah'ın yarattığı cennette aşık olduğu Süleyman'a kavuşamayan meraklı Halime kendini Şahrud'un soğuk sularına bırakarak intihar eder. Böylelikle Sabbah, dinin cahil insanlar üzerindeki etkisini ustalıkla kullanarak amaçlarına ulaşır. Kitaba gelince, felsefi detaylarla renklendirilmiş, aşkı, masumiyeti, dinin nasıl tehlikeli bir silaha dönüşebileceğini de anlatıyor. Evren ve hayat hakkında felsefi açıklamalarda bulunuyor. En çok önemsediğim tarihi romanlardan biri olan bu kitap kurgusuyla, üslubuyla, detay zenginliğiyle okunmaya değer. Üzüldüğüm konu ise, tarih boyunca dinin bir sömürü aracı olarak kullanılması. O dönem Hasan Sabbah ne yaptıysa günümüzde tarikatlar ve din adamları aynı şeyi yapıyor.
apansız pencerende gülümsüyor güneş, ne güzel!
bütün parmakların tıkır tıkır işliyor.
iştahla biliyorsun, yaşamaktır aşk
geceyle gündüzün sessiz geçişimidir bir uyku boyunda
delice bir yangın parmaklarının buzulunda
ah şahrud,
her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli!
Hakan Yeşilyurt(Acıya Gülmek)
Rahmet ve sevgiyle anıyorum
youtu.be/2zPZ3PKnD8Y
Yürek oldum doyamadım hasrete
Hasret oldum doyamadım bekliye
Rakı bastım aç öfkeme her gece
Ben hasretin böylesini görmedim
Rakı bastım aç öfkeme her gece
Ben hasretin böylesini görmedim