Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun en serin imbatlarla
Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla hatlarla
Baş başa kalıyorum sonunda heyhatlarla
Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla
Çok var ki bu hınç bende fikirdir fikirse hınç
Genç adam al silahı iman tılsımlı kılınç
İşte bütün meselem her meselenin başı
Ben bir genç arıyorum gençlikte köprübaşı
Yitiksin baharlar, güzler içinde
Resimler, şarkılar, sözler içinde
Bazen bir iz görüp izler içinde
Cevap vurgusuyla titriyor sorum
Sonra en tanıdık yüzler içinde
Seni bulup bulup kaybediyorum...
Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...
Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim.
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim…
Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim. Kederli olduğum da söylenemez zaten. Buna sebepte yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim, ne felaket geçirenlerim var. Dedim ya oturuyorum öylece. İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok. Ağırlıksız duran bedenimi küçümseyeceklerdi. Sonra da birbirlerini dürterek, ya da ilerdeki arkadaşlarına göz işareti vererek beni gösterecekler, kalbini yok etmişin haline bakın, hınzır pek de pratik, belli etmiyor hiç diyeceklerdi. Ama iyi ki yoklar. Yüzümü saklamayı düşünmeden durabiliyorum.