Şükrü Erbaş’ın ölen eşi Hatice Erbaş’a yaktığı bir ağıt..
Canımın burcu, kirpiksiz gülüm, merhametine sığındığım kadın. Senden bir parmak yüksekte aldığım her soluk kalbimi kurutuyor.
Ömür Hanım, iyi ki ben de seninle yaşadım dünyayı..
“Erkeklerin anlayamayacağı pek çok şey var. Zavallı bir başarısız, başarılı bir adamdan daha kolay girebilir bir genç kızın yüreğine. Çünkü her genç kızın yüreğinde gerçek bir aşk duygusu yatar. Anlıyor musun; gerçek bir aşk! Erkeklerin başlıca sorunu işleridir, aşk üçüncü derecede bir şeydir onlar için. Kadınla konuşmak, onunla bahçede dolaşmak, hoşça bir zaman geçirmek ve onun mezarında ağlamak… İşte bir erkeğin aşktan anladığı. Oysa aşk, biz kadınlar için, hayatın kendisidir. Bir kadın “seni seviyorum” diyorsa, bu, “senin tasalarını gidermek istiyorum, seninle dünyanın öbür ucuna nasıl gidebileceğimizi tasarlıyorum, eğer sen cehenneme gideceksen ben de seninle cehenneme geleceğim” demektir. Sözgelimi, bütün bir gece senin notlarını temize çekmek, ya da kimse uyandırmasın diye sabaha kadar sana gözcülük etmek, seninle yüzlerce kilometre yürümek büyük mutluluk olurdu benim için. Üç yıl önce harman zamanıydı; güneşten yanmış, yorgun ve toz içinde bize geldiğini, içecek bir şey istediğini anımsıyorum. Getirdiğim şeyi içmiş, sonra da vurulmuş gibi uyuyup kalmıştın divanda. Yarım gün uyudun orada, ve ben bütün bu süre boyunca sana gözcülük ettim. Ne kadar hoşlanmıştım bundan! Aşk kendisi için harcanan emek oranınca güzeldir, yani, anlıyor musun, o kadar güçlü duyulur…”
— Anton Çehov
Gel Mavi
Haydi gel mavi, gidelim buralardan
Buralar hak etmez seni
Bir tebessüm et bana
Melek güzelliğinden kopsun da gelsin
Senin yerin, kalbimin içi
Mavi mavi bakma yüzüme, korkuyorum
Nilgün Marmara... Küçüklüğümden beri ne zaman ismini duysam, görsem bir ürperti hissederim tüm vücudumda. Hep uzaktan sevdim seni. Bir dergi kapağında boy boy fotoğraflarını görsem kaçardım. Bir yazını görsem hemen atlardım. Kendime hiç itiraf edemedim yalnızlığımı. Sanki bunu sen bana itiraf edecektin, korkardım. Çünkü senin bana göstereceğin
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum
Atilla İlhan
Anlamadığın o tuhaf duyguların seninle başlamadığını anlayınca rahatlıyorsun.Senin elinde olmayan tüm kızgınlıklar, pişmanlıklar, üzüntüler..sende olmayan duygular senden gitmeye başlayınca, tüy kadar hafifliyorsun “olman gereken özüne" dönüyorsun. Gerçekte sende olup olmadığının kesinliği olmayabilir ama varsada o kapıyı aralamak, duvarları yıkıp, sınırları ortadan kaldırmak ve bilinçaltının derinlerine bakmak çok güzel! Bende hissettirdiklerini söyleyebilirim ancak. Yaşadığım her olumsuzluğun ardındaki o kapıları tek tek açmak inanılmaz güzel. Her kurtuluşta, her sıyrılışta her bir özgürlükte daha bir seviyorum. Kitaplar bizi bi yapmaya vesile olduğu için her gün daha çok okumak istiyor insan… Kitaplar insanın gerçeğini anlatmakta.Çünkü her karşılaşma, “ben” e merhaba demek. Huzura merhaba..Sen hiç huzurunu kaybettin mi? Elbette ki hepimiz çoğu zaman kaybetmiştir. Başkalarının duygularının altında kalmış, saklanmış, ezilmiş, sinmişti o duygular.Hepsinden kurtulunca çıkıyor ortaya, perde aralandı, gün ışığı içeri girdi . Zaman kaybetmeden hemen kendini ara!
Ben senin sınırlı gövden ile
beni sonsuz sarmanı diledim.
Uykum seninle kışın kolları arasında
devrilerek dönerek tamamlansın,
içimde kuzeyin kuşları sussun istedim.
Kışı ve kışın kalbimde ağırlaşan meyvesini,
çiy düşmüş, soğumuş, donmuş bir dili
hatırlamak için
beni büyüleyen o kimyanın boşluğunda
durup yalvardım:
Beni bu siyah boşluğun içine bırakma,
derin bir zaman istedim senden, ama
bana onu verme!
Ne kışa ne yaza uygun kalbim, çatlat aramızdaki donmuş dili,
yokluğunun sebebini anlatamadım kendime,
yokluğun ne vakittir karlı bir tepe gibi
içimde.
Ayağa kalk, yaklaş, dilini döndür ağzında
de ki:
Ben onunla denizin dövdüğü dilsiz
taşlar üstünde sustuydum.