Liam ellerini yavaşça çekti. Dokunuşu bir sevgi gösterisi gibiydi. Hâlâ tutkusunu hissedebiliyordum ama sanki
kendini yeniden bulmuş gibiydi. “Yatağa gir,” dedi emrederek.
Kapıyı kapamak için diğer tarafa gittiğinde yatağa
uzanıp bacaklarımı açtım. Onu bekliyordum. Gözleri daha
önce hiç görmediğim bir alevle parlıyordu. Beni süzerken
Ben biliyordum zaten. Ama bilmemek istedim. Bilmezden gelmek bazen en iyisi. Bilmemeyi istiyorsun çünkü. Öyle olmamasını istiyorsun. Gerçeğin öyle olmamasını. Ama elinden bir şey gelmiyor. Kendi gerçeğini yaratıyorsun sonra, o gerçeğe öyle bir sarılıyorsun ki seninle beraber herkes inanıyor.
Bu dünya eğer daimî olsa idi ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevalin rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde manevî kış mevsimleri olmasaydı; ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım.
Senden ayrı düşeli, ben aklımla görürüm:
Bana göstersin diye yöneldiğim yerleri
El yordamından medet umarım yarı körüm;
Gözüm görür gibidir ama sönmüştür feri
Bu göz, gönlüme hiçbir gerçek iz göstermiyor,
Ne kendi gördüğü kuş ne çiçek ne bir varlık;
Türlü görüntülerden akla hiç pay vermiyor,
Ama bir iz tutmaya gücü yetmiyor artık.
Görse bile en kaba ya da en ince yüzü,
En çarpık yaratığı, en çok sevgi vereni,
Dağları ve denizi, geceyi ve gündüzü,
Kargayı ve kumruyu, hepsinde bulur seni.
Başka şey sığmaz, dolmuş seninle tıktım tıktım,
Gözümü sahte yapar gerçeği gören aklım.
Sen bir defterde bana ayrılan kısmın en güzel sayfasısın çünkü ben bana ayrılan sayfanın her zerresine seni yazdım.
Sayısız kez, defalarca adını döşedim satırlara ve sen bunu okumadan başka bir sayfaya geçtin Akif Selim.
Çok kitap okuduğunu biliyorum evet ama o güzel gözlerin bir sefer denk düşseydi satırlara belki tükenmez bir kalem olurduk seninle. Adımızı yan yana yazar ve seninle dünyanın en güzel kütüphanesinde yıllar geçse bile kapağı eskimeyen bir kitabın içinde olurduk.
Şimdi ben sokaklara çıkacağım seninle
Birlikte yağmur olup ıslatalım geceyi
Benim dudaklarımdan kendi şarkını dinle
Göreyim gözlerinde o esrarlı heceyi
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklını tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum
ağaçlar sonbaharları hazırlanıyor
bu şehir o eski İstanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
Düşünmek ne demek, sen bilir misin ki?
Düşünmek toz almak demektir.
İşte sende elinde bir bez, düşüncelerin tozunu alıyorsun,bez temizken kirleniyor. Seninle ben yeterince düşünmüşüzdür.
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
–Benim bir maruzatım olacaktı müdür!
+‘Bu ne hadsizlik?'
Diye sinirle yükseldi piknik tüpü.
–Niye kızdın şimdi? Yanlış yere mi geldim ben? Burada devlet senmişsin. Öyle dediler bana. Madem burada devlet sensin, müdür...
Devletten bir iki maruzatım var. Seninle bir konuşalım.
+Sen kimsin?
–Ben mi? Ben Türk askeri. Devletin buradaki asıl eli.