Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı , gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatında mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.
Asıl “ben” , otuz beş seneye yaklaşan ömrümde , ancak üç dört ay kadar yaşamış sonra, benimle alakası olmayan manasız bir hüviyetin derinliklerine gömülüp kalmıştım.
Daima onun gibi bir desteğe muhtaçtım. Bunlardan mahrum olarak yaşamam mümkün olamazdı. Buna rağmen yaşadım... Ama , işte netice meydanda... Eğer buna yaşamak demek caizse, yaşadım...
Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi ? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?..
Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı (özelliği) hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?
Ne iyilik süreklidir ne kötülük, ya da daha edebi bir ifadeyle, ne mutluluk sonsuza dek sürer ne de mutsuzluk, bu yüce özlü sözleri yaşamın ve kaderin bahtsızlıklarından geçerek öğrenmeye zaman bulanlar söylemişlerdir..