İlahi! Hamdini sözüme sertac ettim, zikrini kalbime mi'rac ettim, kitabını kendime minhac ettim. Ben yoktum var ettin, varlığından haberdar ettin, aşkınla gönlümü bi-karar ettin. İnayetine sığındım kapına geldim, hidayetine sığındım lutfuna geldim, kulluk edemedim affına geldim.
Şaşırtma beni doğruyu söylet, neşveni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, sen göstermezsen ben göremem, sen bildirmezsen ben bilemem, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen istemezsen ben isteyemem, sen sevdirmezsen ben sevdiremem. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini!
İLAHİ
Hamdini sözüme sertac ettim
Zikrini kalbime mi’rac ettim
Kitabını kendime minhac ettim
Ben yoktum sen var ettin
Varlığından haberdar ettin
Aşkınla gönlümü bi-karar ettin
İnayetine sığındım, kapına geldim.
Hidayetine sığındım, lütfuna geldim
Kulluk edemedim, affına geldim
Şaşırtma beni, doğruyu söylet
Neş’eni duyur, hakikatı öğret
Sen duyurmazsan ben duyamam
Sen söyletmezsen ben söyleyemem
Sen sevdirmezsen ben sevemem
Sevdir bize hep sevdiklerini
Yerdir bize hep yerdiklerini
Yar et bize erdirdiklerini
Sevdin habibini, kainata sevdirdin
Sevdin de hıl-at’i risaleti giydirdin
Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmud’a erdirdin
Server-i asfiya, Muhammed Mustafa kıldın
Salat-ü selam, tahiyyat ü ikram ve her türlü ihtiram O’na,
Ve O’nun ailesine, ahbabına, ashabına, etbaına
Ya Rab!
Amin!
Modernitenin belki de sabit tek normu yerleşik bir norma ve omurgalaşmış bir değer yargıya sahip olmamasıdır. Her şey ve herkes sürekli ve düzensizce değişen koşullara evrilebilir bir akışkanlık içindedir. Moda kavramı bu bağlamda yalnızca bir sektörü değil; modern kültürün doyumsuz karakteristiğini gösterileştirir. Best3 olmak, bu nedenle bir dönemselliktir. Akışkan modernitede kolektif düşüncenin ürünü olan beden, her an yer değiştiren bir maceranın merkezsiz ve istikametsiz mecrasıdır.
Hemen herkes tarafından içselleştirildiği için normalleşen mutluluk vaatlerine iliştirilmiş beden temayülleri, modernitenin hem bitmeyen sermayesi hem de her an kırılmaya hazır açmazıdır. Tüketimciliği sürdürülebilir yaşam tarzıyla bağdaştıran modernite, her tatmin girişimini kendi küllerinden er ya da geç doğacak yeni bir huzursuzluk olarak planlar.
Beden üzerinden anlaşıldığı üzere, modernitenin akışkanlık niteliğine zıt gibi görünse de kırılganlık taşıması bundandır. Beden politikaları ideale ulaşmanın hem yüceltilip kışkırtıldığı; aynı zamanda hem de imkânsız kılındığı sonsuz bir arayış formudur.Beden mülkiyettir; ancak bu, kalıcı konumu ve yerleşik duruşu olmayan sürekli hareket halinde, zemini kaygan ve devamlı yüzey değiştiren bir mülkiyet şemasıdır...
Yıne de ekranın cazibesi, maziyi silikleştiren hızından gelir. Şöyle ki, ekran karşısındaki beden-izleyici kasıtlı bellek yitimine uğrar. Alain de Botton, bu bellek yitimi hakkında hastaneler ile televizyon arasındaki analojiye dikkat çeker: “Hastanelerin kaza ve acil servis bölümlerindeki kurumsal bellek yitimi, haber merkezlerinde de vardır: Her gece kan lekeleri silinir ve Ölenlerin anısı kaybolur gider”.(2)
Kesin ve kalıcı iyileşmeye yer olmayan bu ortamda her ses ve görüntü izleyicinin üstüne alındığı birer mesaj formatında yeniden üretilir. Herkes kendi bedeniyle ilgili en radikal kararları almaya, en ağır hapları yutmaya ya da gerekirse bazı organlarının belli bölgelerini aldırmaya razı gelir. Bedene dair her çözüm arayışı ve girişiminin çare aradığı sorunlardan daha büyüklerini doğurabiliyor olması bu kontrolsüz tutkuyla alakahdır.
Sağlık dahi böylesi bir kontrol-dışılığın gölgesinde ve sektörel beden politikaları içinde ticarileşmekte ve iyi beden mitiyle birleştirilmektedir. Böylece hayatın anlamına dönüşen beden ve beden sağlığı, -hayatın anlamı yapılan her kazançlı şey gibi,(3) kârlı bir endüstri halini alır. Modern kapitalist toplumda iyi bir beden için yapılan tüm harcamalar, bunun sonucu olarak, gider kaleminden muaf tutulur..."
Ekran kültürü, bir yandan uyulduğu takdirde elde edilecek büyük ödülün baş döndürücülüğünü, diğer yandan da ihmal edildiğinde gerçekleşecek lanetin kaçınılmazlığını fısıldar. Buna göre gündelik yaşamın her an tedbir almayı gerektirecek ölümcül semptomlarla dolu olduğu söylemleştirilir. Öyle ki her an yeni bulgular, teşhisler ve uyarılar yapılır ve böylece modern toplum hedefi belli ve mutlak olmayan formüllere göre yaşamaya zorlanır. Ekran objesi olarak beden bir türlü tamamlanamayan ve dahi gücünü de tam da bu tamamlanamamazlıktan alan bir yapbozu andırır. Ekran, bilginin tümüyle bedensel/dünyevi amaçlara koşulduğu anlamdan yoksun ironik bir aydınlanmayı ifade eder.
Bireyleri kitlelaştiren ve onları ortak bir yıkımın eşiğine getiren ekran, bugün beden rejiminin kamusal alana ait bir değer olduğu fikrini de üretir. Günün her saati, mekân ayrımı gözetmeksizin, radyodan televizyona, internetten sinemaya kadar her köşede küresel beden politikaları, sağlıklı ve güzel olmanın toplumsal işbirliği halinde kazanılması gereken bir hak olduğunu düşündürür. Bir yandan çılgınca koşuşturan, diğer yandan boş zaman aktiviteleriyle kuşatılan modern birey, bu haliyle beden-için beden-terbiyesini gerçekleştirebileceği zihinsel hazırlığa tabi tutulur. Sonlu yaşam içinde sonsuzluğa ulaşma arzusunu coşkuyla ve gönüllüce duyumsayan bu bireyler için ekrandan yansıyan her beden figürü, kendisi ile yaşadığı dünya arasındaki ontolojik değiş-tokuşun vazgeçilmez gerekliliği olarak okunur.
Dünyada her hareketin kendine mahsus bir hedefi vardır. En ufak bir işin etkisinin; yıllar sonra meydana gelecek bir olayın başlangıcı olabilir. Bunun yansıması mümkündür.
- Baksana anne... Artık uluslararası başarılara sahibiz... Bir Cimbom örneği, bir Naim Süleymanoğlu... Bir Sertaç Yener...
- O kim kız? Sertab Yeneç?.. Sezen Aksu'nun yetiştirmesi mi?
— 24 yaşında dünyaca ünlü bir baraj mühendisi... Baraj gövdelerinde çatlaklara neden olan "borulanma" problemini ortadan kaldırmış... Suat Atalık var, dünya satrancında en önemli isimlerden... Bi düşünsene, bunlardan kaç tane daha vardır... Yetenekleri daha ortaya çıkmadan yiyip dayağı aşşağı oturuyorlarsa... Kitap okuyamıyolarsa, film izleyemiyolarsa... Orta zekâlı kazmaların kurdukları
tezgâhlarda habire kenara itiliyolarsa...
— Milpardon... Haklısın kızım... Çok paramız vardı çarçur ettik... Sana bi piyano, bi bale dersi aldırtamadık... Hayatımızda şööle geniş bir evde oturamadık ki... Banyoya baraj yapalım, sen orda otur "borulanma problemini" ortadan kaldır...
— Ne alakası var anne yaa... Tamam bu ülkede hiç bi konuda "tesis yok" zaten... Ama yürek de yok... Kızlar zengin koca bulmaya, erkekler kurnaz olup köşe dönmeye, arada bi Alman hocalar, Bulgar antrenörler desteğinde "Avrupağğ duy sesimizi" demeye geliyoruz şu dünyaya... Mesela ben, birazcık okuyabilseydim... Belki de çok önemli bir bilim kadım olurdum... Madam Küri gibi.... Belki Sıdıkanyum diye bir element bulurdum...
- Belanı bulucan sen belanı... Kopuk karı, dengesiz kaltak...
- Aman be, hemen küfür kâfir, sindirmece... Kaçıcam şu evden resmen "Beyin göçü"
olcak...