“Eski ve kapanmış bir çocuk kaçırma dosyası yeniden açılmış ve önüme gelmişti” diye devam ediyor hâkim bey. “O davadan yaklaşık dokuz yıl önce, İzmir’de ticaretle uğraşan, otuzlu yaşlarında Serdar Yolaçan’la eşi yirmi dokuz yaşındaki Sibel Yolaçan’m iki çocuğundan biri olan Ebru kaçırılmıştı. Kaçırılma olayı da şöyle olmuş: Bir haziran günü Sibel,
İnsanlar hem benzeşir hem benzeşmez, insanlarda yapının belirli parçaları tektir: Baş, burun, ağız, gövde gibi. Belirli parçalar çifttir: Göz, kulak, kol, bacak gibi. Eller ve ayaklar beşer parmaklıdır. Bütün bu parçalar genel veya ortak biçime uygundur; konumları da bellidir; dolayısıyla bütün insanlar benzeşir. Bununla birlikte, insanları birbirinden ayırt etmekte güçlük çekmeyiz; çünkü yalnız yapılarının genel biçim ve büyüklüğünde değil, parçalarının biçim ve büyüklüğünde de farklar vardır. Örneğin göz biçimi ve rengi; deride kılların dağılışı, sıklığı, biçimi, inceliği ve rengi insandan insana değişir. Parmak izi, koku, ses, yürüyüş, vb. öylesine kişiye özgüdür ki, herhangi bir kimseyi tanımaya biri bile yeter
var mı bilen başıma seni saranlar arasında adını
mantık mı diyorlar idrak mısın hafıza mı
sahici bir şeysen eğer söyle bakalım
neydi sevgilinin koynuma kaçtığı tarih
yıllardan hangisiydi hangi mevsimdeydik ayın kaçıydı
koynummuş madem sevgilinin göz diktiği yer kaçmak için
incecik ürperişli gölgesi cismime neden kıydı
sor gücün sormaya yetiyorsa
Küçükken aile içinde yaşanan olaylar, çocuklar için travma etkisi yaratabilir. Çocuk büyüdükçe; küçükken yapamadıkları şeyleri, koruyamadıkları kişileri gün gelip zarar verenden bunun hesabını sorma ateşiyle yanıp tutuşur. Intikam almadan kendini huzurlu hissetmezler. Ama en çok zarar gören yine kendisi olur. Çocukluğunu yaşayamıyor, mutlu bir
Acıya o kadar aşinayız ki, artık gözyaşları değil, sözler akıyor. Yaşlılar içten dua ederken onları incelerim ve bir şey fark ettim; onların göz yaşları yoktur, ihtiyarların gözyaşları sözlerinden akar. 21.yy'ın dışı genç içi yaşlı ne çok genci var. O kadar ağladık ve üzüldük ki akıtacak sözler kaldı bir tek.
Bütün kitaplar ya empatinin ya da
- Netice vermeyen bir açılmış dava: John Akwei, 1996 senesinde Amerikan Milli Güvenlik Dairesi (NSA) aleyhine bir dava açtı. Akwei, NSA'nın kendisini sürekli olarak takip ettiğini ve davranışlarını kontrol ettiğini İDDİA eti. Akwei, mahkemeye bu iddialarını destekleyecek yüzlerce sayfalık deliller sundu. Kaynak olarak bir çok ilmî ve akademik
- " (...) Beyindeki elektromanyetik dalga frekansı tıpkı PARMAK İZİ gibi her insanda farklı farklı olduğu için BELİRLİ BİR KİŞİYE GÖNDERİLEN GÖRÜNTÜ, SES VE BENZERİ ŞEYLER, DİĞER İNSANLAR TARAFINDAN İDRAK EDİLEMEZ. Gönderilen sinyallerin taşıdığı ses ve görüntüler ancak ona mahsus olduğundan, bu yolla hedef kişi pasif veya aktif bir şekilde kullanılır.
Genel etkiler: Ateşlenme, bütün vücutta ağrı, uyuyamama veya âniden uykuya dalma, emirlere karşı gelememe, mikrodalga yanıklar, elektroşok."
Abdurrahim Karakoç 'u hep mülayim, sakin, sessiz bir hayat süren biri olarak düşünürdüm fakat şiir ve söz kitaplarını okuduktan sonra yüz altmış derece dönmek zorunda kaldım.. Açıkçası şaşırıp kaldım. O kadar sivri bir kalemi var ki aklınıza gelebilecek her şeyi ama her şeyi ve düşüncesini, fikirlerini beğenmediği herkesi eleştiriyor. Özellikle