Uçurumun üstünde kulakları tırmalayan bir ses duyulur:
“Antropka! Antropka-a...”
Kabahatli çocuk bir süre sesini çıkarmaz, neden sonra uçurumun karşı tarafından “öteki dünyadan” geliyormuşçasına, titrek sesi duyulur:
“Ne va-r?”
Ağabey öfkeli ve telaşlı bir sevinçle bağırır:
“Babam seni öl-dü-re-cek...”
“Öteki dünyadan” ses tabii ki kesilir. Kesilmeyen, ama gittikçe zayıflayan kulak tırmalayıcı sesleniş, yırtınırcasına ve güçsüz bir öfkeyle daha uzun zaman gecenin karanlığında yankılanır:
“Antropka-a! Antropka-a-a!”
Antropka’ya bu güçsüz, ama yırtınırcasına öfke dolu harika sesleniş, yalnızca taşra çocuklarında değil, çağdaş, fakat reformlarla dalgalanan toplumun saygın, saçlarına ak düşmüş yetişkin üyeleri arasında da yankılanır. Bu, başkentimizdeki Antropkaları sana hatırlatmıyor mu? Başkent yayıncılarının iki işvereni arasında Antropkavari tavır sezmiyor musun? Sen ve rakibin, patronlarınız tarafından Antropka aramaya sürülmediniz mi? Antropkalar, dürüstlüğünüze inanacak, beklediğiniz yeni aboneler değil mi? Tüm öfkenizin, tüm yırtınmalarınızın ve onca çabanızın boşuna olduğunu, Antropka’nın ses vermeyeceğini, birbirinizden tek abone bile koparamayacağınızı ve mevcut abonelerinizin zaten sizlere yettiğini ikiniz de biliyorsunuz aslında; bu oyun sizin öyle ruhunuza işlemiş, kalplerinizi tırmalayan bu şeyden öylesine zevk alıyorsunuz ki kendinize artık egemen olamazsınız. Ve işte her hafta ve bilinen günlerde karanlık gecenin içinden edebiyatımızı saran o yırtınırcasına, öfkeli “Antropka-a! Antropka-a!” seslenişi yankılanır. Hep dinliyoruz bunu...
Bir alegoriye daha gireceğim.
Tek başlarınayken kullandıkları dilden farklı bir dili vardır insan yığınlarının. Arıların vızıltısına ya da ulumaya benzeyen bu dilde kelimeler kaybolur; toplu bir sesleniş kalır; bireysel duygulanmalar gider; tehlikeli, ortaklaşa duygular kalır.