Tehlikeli sayılmam artık.
Kalbimi kalın bir kitabının arasında kuruttum
Onu orada;
Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum.
Kalbim…!
Şiirim Hacer’ül esved taşı
Ben şiirin nefer taşı…
Köşeyi dönerken gölgeni gördüm
yüreğim çarpmaya başladı güm güm
ey göçmen şiirim, masalım, öyküm
hep peşinden koşturup duruyorum.
Yettim-yeteceğim derken çağ kuşluk,
bir türlü dolmuyor bu araboşluk,
başıma vuruyor aşktaki hoşluk
feleğin çarkını durduruyorum.
Bir kaşık aş ne ki kırk yıllık aca;
insansız evlerde tüter mi baca?
zalim bir oyundur köşe kapmаса,
her zaman cezayı ben görüyorum.
Şu bağlı bahtımı çözmeyi dene,
yüreğimle çiftleş, gezmeyi dene;
vuslat hangi güne, yazmayı dene;
hep meçhul semtlerde ben yürüyorum.
Gölgen ak zambağa dönüştü birden,
bir daha geçmedin geçtiğin yerden,
sen ünlersin diye şu tepelerden
saatimi kurup ayarlıyorum...
Bana, "Çok yazıyorsun," diyorlar. Bir insana, "Sen çok yaşıyorsun, artık öl," denir mi? Benim yaşamam ve şiirim birbirinden ayrı şeyler değil ki! Yaşarken şairliğimi yaşıyorum ben.
Ben hep dünyaya teğet geçtim, dünya daha gençti
Ömer'in huzurunda okunacak adaletli bir şiirim olsun istedim
Yüzümle ellerimi yıkadım ve duydum ki evren çok küçüktür
İçimde sen varsın
Yokluğun, aman var olmasin
Kalemim sana ait
Gidişin bu nasıl bir vakit
Yazsam sanki anlayacaklar
Seni anlamak, ah imkansızlıklar
Neyse gitme
Gidersen gülüşünü kaybetme
Bulmak yıllarımı aldı
Unutmam imkansızdı
İnsanlar bilecek ya da bilmeyecek
Bendeki sen bitip bitip yeşerecek
Gözlerinin yanında iki ben
Sayfalarca şiirim de sen
Satırlarım bitti, sen hala gitmedin
Bugün çarşamba, uyumak sende güzel biliyor musun?
Bana "çok yazıyorsun" diyorlar. Bir insana "sen çok yaşıyorsun, artık öl" denir mi? Benim yaşamam ve şiirim birbirinden ayrı şeyler değil ki! Yaşarken şairliğimi yaşıyorum ben.
Ne yaptım ben, ne yaptım sarı saçlı sevgilim?
Acı çektirsin istemedim sana bu şiirim.
Yaşatmayı ummuştum seni sonsuza kadar;
Felaketten başka ne getirdim?
Sonra seni ne kadar sevdiğime şaşırırsın belki,
Belki şımarırsın,
Belki şımardıkça azalırsında belli olmaz benim sağım solum.
Şımarır mısın?
Aşk şımartır mı seni?
Kimi şımartmamış ki
Şımar zaten beni ipleme her haline şiirim ben
Bilmezsin sihirim sen, sinirim el, yokluğuna zifirim ben.
Bilmezsin bi yel savurur senin kokunu işte o rüzgara mihirim ben
Bilmezsin ya işte o bilmediklerinin içindeki çukurum ben
Bi' yokluğu anlamış bu gönlüme mühürüm ben
Beni boşver hadi bi şarkı söyle
İlhan Kemal yazdı...
Efelya, şairin romanı...
Şiirin dışında başka denemelerim de oldu: Öyküler yazdım. Roman yazmaya kalkıştım, yarım bıraktım. Başka uğraşlara daldığımda şiirin bir köşeden bana dalgınlıklar büyüttüğünü, dargınlıklar kuşanmak için aklının karıştığını hissettim. Şiir "ben ikincil planın olmak istemem" diyordu bana adeta, gönül koyuyordu. Kendime sorular sormaya kışkırttı beni şiir: Ne olarak anılmak isterim? Şair? Romancı? Öykücü? Ressam?
Buna vereceğim cevap ne olacaksa ona yoğunlaşmalıydım. Cevabı bulduğumdan beri öteki çalışmalarımdan caydım. Çünkü hepsini birlikte götüremezdim, şiirim akamete uğrardı.
Ama sevinçle görüyorum ki hepsinde de başarıyı kucaklayan arkadaşlarım var. Şiiri de güzel yazıyorlar, romanı da, gitar da çalıyorlar, saz da, türkü de söylüyorlar, şarkı da. Bir koltukta on karpuz. Düşürmeden taşıyorlar. Onlardan biri: Mehmet Binboğa. Benim gözümde şair. Ama romancılıkta da ben buradayım diyor Efelya ile. Efelya, şairin romanı. Yazarının şair olduğunu bilmeden okusak bile romanın şiir tadındaki dili hemen ele veriyor bir şair tarafından yazıldığını. Kutlarım.
Heybem yıldız dolu benim,
Sesim kuş.
Nefesimde kelebekler uçuyor, bir görsen!
Ama ne şiirim ben, sen bir bilsen...
Çok kirli aşklardan geldim,
İnkâr ve ziyandan geçtim.
Sana anlatmadım;
Ahh ben ne hüzünler biçtim...