Kendilerini bankın üzerine bıraktılar. Hiçbir şey konuşmuyorlardı. Yıldızlar parıldamaya başlıyordu. Dudakları nasıl buluştu? Kuşlar nasıl ötüşür, kar nasıl erir, gül nasıl açar, mayıs nasıl da serpilir, tepelerin titreşen zirvelerindeki siyah ağaçların arkasında gün nasıl ağarmaya başlar?
Bir öpücük, hepsi buydu.
Titreyerek, karanlıkta parlayan gözlerle birbirlerine baktılar.
Gecenin serinliğini, taşın soğuğunu, toprağın nemini, ıslanmış otları hissetmeden, yürekleri düşüncelerle dolmuş bir halde birbirlerine bakıyorlardı. Farkına varmadan el ele tutuşmuşlardı.
Ona bahçeye nereden girdiğini sormayı aklından bile geçirmiyordu. Onun burada olmasını çok doğal buluyordu!
Saint bu kez farklı bir maske takıyor; sanki tenini soğuktan korumaya çalışıyormuş gibi siyah bir kar maskesi. Gömleğinde koyu bir leke kurumuş.
Kan.
Bir elimle ağzımı kapattım. "Ne oldu?"
"İyi misin?" diye soruyor ısrarla. Maskesindeki deliklerden koyu renk gözleri endişeyle parlıyor.
"Sen neden bahsediyorsun? Ben iyiyim. Kanaması olan sensin."
"O orospu çocuğunun sana nasıl dokunduğunu gördüm," diye
homurdanıyor. "Ondan kaçışını izledim."
Düştüğüm günden beri saçlarının tor’una
Nasıl yanarım bilsen bu sevdanın kor’una.
Aslanpençesi yemiş, kalbim yaralı ceylan
Gözlerin ki gönlümde kopardı bir heyelan.
Sırrımı verdim sana, namustur dedim sakla
Sevdama bühtan düştü, gel kanın ile akla.