Kurtuluş Savaşı yılları…
İstanbullu Ahmet Celâl sağ kolunu cihan harbinde kaybetmiş 32 yaşında bir emekli asker…
Kanadı kırık kuş misâli savrulurken Anadolu köylerinden birine düşer yolu…
Burada iliklerine kadar hisseder gurbeti bir türlü olamaz onlar gibi…
Köylüler onu Kemal Paşa’dan yana olanlardan diye bilir. Ahmet Celâl şaşar buna.
“İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz.”
Onlar gibi düşünememenin, onlar gibi hissedememenin sancısını çeker.
Bir çare arar.
“Odamı dolduran bütün bu kitapları yakmak olabilir mi çare? “
“Neye yarar? “ der arkasından.
“Hepsi benim içime girdiler. Bende silinmez, kaçınılmaz yıkanıp temizlenmez izlerini bıraktılar.”
Anadolu köylüsü ile bir türlü hemhâl olamayan Ahmet Celâl, kendi deyişiyle zeytinyağı misali ne karışabilir ne de dibe çökebilir.
Ahmet Celâl’in tek arzusu memleketin kurtulduğu haberini almak iken köylü; ekinin,paranın, karın tokluğunun derdine düşmüş vaziyettedir.
Düşmana yol gösterenler, askerden kaçanlar, asker kaçağını koynunda saklayanlar ve niceleri…
Bu vaziyetin esas sorumlusu köylü müdür peki ?
Ahmet Celâl bu vaziyetin sorumlusu olarak kendisini, Türk aydınını görür ve Anadolu halkını cehaletin, yoksulluğun, kıtlığın elinde bırakanlar biziz demekten çekinmez.
Gerçekçi, çarpıcı, her cümlesinin altı çizilesi…
Su gibi akıp giden ve birden fazla kez okunmayı hak eden bir kitap. Okuyunuz!