bir yıl oldu, özledim seni
ilkbaharda açan o yaprak gibi,
bekledim gelişini
bırak, etme
yarım kalsın vedalar
sarılmaya kalan son dakikalar
ve sonra kapanan kapılar
tekrar birbirimizi göreceğimizde
buluşalım telefon kulübesinde.
sude'ye
Sevgi, başlangıçta ürkek bir duyguyla algıladığım gibi hayvansı ve karanlık bir içgüdü değildi. Beatrice'in resmi karşısında açığa vurduğum o saflık ve ruhanilik taşan tapınma da değildi. Her ikisiydi bunların, her ikisi, her ikisinden de fazla bir şey, aynı vücutta hem melek, hem iblis, hem erkek, hem dişi, hem insan, hem hayvan, hem alabildiğine iyi, hem son derece kötü.
Bunu yaşamaya da yükümlü kılınmış, bunu tatmak yazgım olarak belirlenmişti. Söz konusu yazgıya karşı özlem duyuyor, aynı zamanda ondan korkuyordum. Ama ortada duruyordu yazgı, başımın üstünde dolanıyordu.
kayalıklarda kalmış yelkenli
veda şarkımı bırakıyorum sana.
kayalar dünyasında değişken köklerimin altında
tohumlanan ölüm kanımda uzaklarda
ıssızlık, duvarlarda açan özlem çiçeği
ıssızlık, yeryüzünde kendini vermiş faniliğim
Cennet ve cehennemini kendi içinde taşıyan, kimsenin bunları onunla paylaşamayacağı biriydi adeta. Düpedüz hoyrat, yanına yaklaşılmaz, belki de mağrur, hatta sinsi görünen bu ruhta da istek ve tutku ateşleri yanıyor olacaktı. Acaba hangi duyguların peşinden koşuyor, hangilerinden kaçıyordu? Zayıf noktaları nelerdi? Korkuları, gizleyip sakladıkları neler? Güldüğü zaman nasıl bir ifade beliriyordu yüzünde? Uyuduğu, ağladığı, birini öptüğü zaman nasıl bir ifade?