Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Markopaşa · 3 Şubat 1947 · Sayı: 9 Markopaşa'nın bu sayısı ile kadroya Rıfat Ilgaz da katılmış olmalıdır. Ilgaz, Boğazlayan Ortaokulunda hastalanmış, 2 Ocak 1947'de İstanbul Validebağı Sanatoryumuna gelmişti. Kendi anlatımıyla Boğazlayan Ortaokulundaki görevine başladıktan (2 Kasım 0946'da atanmıştı) bir-iki ay sonra Markopaşa'ya katıldı
Cıluz bir beden ,dışarıdan gelecek küçük bir sarsıntıyla hemen yatağa düşer. Hatta kimi zaman dış sebep olmadan da kendi kendini yer.Onun gibi ,bu durumda bir devlet de en küçük sebeplerle sarsılır ,iç savaş başlar ;ikiye bölünen halkın bir kısmı yabancı oligarşiden ,bir kısmı demokrasilerden yardım ister .Yabancılar karışmadan da kavganın alıp yürüdüğü olur.işte bu kavgada fakirler düşmanlarını yendiler mi ,demokrasi kurulur,zenginlerin kimi öldürülür ,kimi yurtdışına sürülür,geri kalan yurttaşlar devleti ve devlet işlerini eşit şartlarla paylaşır ,çok defa da iş başına gelecekler oyla seçilir .M.Ö400 (tanıdık gelmedi mi ?)
Sayfa 284
Reklam
Size tanıdık gelmedi mi bir düşünün ?
- Faaliyetleri kolaylaştırmak için din adamı kılığına girmek ( Büyük harpte bu tip din adamları çok zararlı faaliyetler göstermiştir. )
Sayfa 324Kitabı okudu
Müthiş
Ama biz bu arada tramvayda yola devam ederek bir yerlerde inmeyi göze alabilecek kadar tanıdık bir durak gelir mi diye bekledik: O durak gelmedi. Bazıları yola biraz daha devam ettiler, ama sonra bir yerlerde atlayıp gidecekleri yere gelmiş gibi yaptılar.
Sayfa 193 - EPUBKitabı okudu
Hepimize tanıdık gelmedi mi bu yazılanlar...!!!
Bombasını arayan barut izi gibi tüm baskentte koşturup duran siyasal hareketliliğin altında, yüksek sesle kendini ifade etmekten kaçınan bir kaygı fark ediliyordu, insanlar ancak kendi denkleri arasındaysa, kişi kendi yakınlarıyla birlikteyse, bir parti kendi kurumlarıyla, hükümet kendi kendineyse istisnai bir durum oluşuyor ve seçimler yinelenirse durum ne olacak diye soruluyordu, uyuyan canavarı uyandırmamak icin herkesin alçak sesle, kendine hâkim olarak, kaçamak bir şekilde sorduğu soru buydu. Hayvanın sırtına daha fazla sopa indirmemek en iyisidir, görüşünde olanlar da vardı, mevcut duruma dokunulmamalıydı, sap hükümette, sap belediyenin başında kalmalı, hiçbir şey olmamış gibi davranmalıydı, örnegin başkentte olağanüstü hal ilan edildiği, dolayısıyla anayasal güvencelerin askıya alındığı hayal edilebilirdi...
Topluca öldürmeye ya da ölmeye bu denli hazır bir ülkeyi anlamak mümkün değildi. İnsan hayatının, kendilerininki de dâhil olmak üzere, hiçbir değeri yoktu. Ölün onlar için doğal bir olaydı ve karmaşık bir olaymış gibi algılayanları anlamıyorlardı. Yapılacak tek şey Allah’a sığınmaktı ve kaderde ölmek ya da bir felaket varsa buna engel olmak mümkün değildi. ( Bu ülke size de tanıdık gelmedi mi? )
Reklam
Çok tanıdık gelmedi mi :)
Annelerin en büyük korkusunun çocuklarının aç kalması olduğuna emindim. Anneme ne desem konuyu yemeğe bağlıyordu. - "Anneee, ben büyüyünce belki yazar olurum." - "Sen önce yemeğini ye de bakalım, yazarlık geri kalsın." - "Bence ben piyano falan çalamam ama belki org çalabilirim, değil mi anne?" - "Kahvaltını bitir hadi, okula geç kalma." - "Anneee, Esralar var ya, tatile gidiyorlarmış." - "O tabağı bitirmezsen sen sokağa bile çıkamazsın, ne tatili?" - " Anne karnım ağrıyor benim." - " Yemek yemezsen ağrır tabi." Yemek, yemek, yemek, yemek!
Sayfa 72
İnsanın yaşadığı en acı deneyimler, hiç ummadığı insanlardan gelir. Sığındığımız insanların, sakınmamız gerekenler olduğunu sonradan anlarız. Ama çocuktuk işte; başımıza gelen tüm kötülükler gülümseyerek gelmedi mi?
Geri13
55 öğeden 46 ile 55 arasındakiler gösteriliyor.