Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çocuk, onun koltuğun kolundaki eline bakıyor. Adam, o elini unutmuş. Bir zaman geçiyor. Sonra, derken, ne yaptığını tam olarak bilmeden kız bu eli alıyor. Bakıyor. O zamana değin hiç böyle yakından görmediği bir nesneymiş gibi bakıyor: Bir Çinli eli, bir Çinli erkek eli. Zayıf, kuru, tırnaklara doğru, kırıkmış gibi, eğriliyor, tapılası bir sakatlığı varmış gibi, bir ölü kuş kanadının zarafetine sahip.
Sayfa 37 - Can Yayınları, Çvr: Hülya TufanKitabı okudu
François-Marie Arouey, ya da bilinen adıyla Voltaire, 21 Kasım 1694’te doğdu. Aydınlanma döneminin en önemli filozofları ve yazarları arasında adı geçen Voltaire, düşünce ve dil özgürlüğünü savundu ve hatta o dönemin tartışmalı konularından biri olan kilise ve devlet ayrılığına inandı. Hiciv romanı Candide (1759) ve Felsefe Sözlüğü (1764)’nün
Reklam
Duvar Saati, Dünyanın belki de en güzel iltifatı
Çinliler saatin kaç olduğunu kedilerin gözlerinden anlarlar. Bir gün misyonerin biri Nankin dolaylarında gezinirken saatini yanına almadığını fark eder ve küçük bir oğlan çocuğuna saatin kaç olduğunu sorar. Gök İmparatorluğunun çocuğu önce tereddüt eder; sonra fikrinden cayarak cevap verir: ''birazdan söylerim''. Kısa bir süre sonra kollarında kocaman bir kediyle geri döner ve kediye bakarak, hani derler ya gözlerinin içine bakarak duraksamadan: ''tam öğlen olmadı daha'', der kendinden emin. Doğruydu söylediği. Ben de, cinsinin övünç kaynağı, yüreğimin onuru, ruhumun hoş kokusu, adını hak eden bir kedi kadar güzel Feline'e doğru eğildiğimde, ister gece, ister gündüz olsun, ışıklar ya da alaca karanlıklar içinde, her zaman açıkça görürüm saati onun tapılası gözlerinin derinliğinde, hep aynı saatti, geniş, görkemli, uzay kadar büyük, dakikaları, saniyeleri olmayan, kımıltısız bir saati, duvar saatlerinde yer almayan, yine de bir iç çekiş kadar hafif, bir göz atış kadar hızlı. Gözlerim bu muhteşem kadranın üstündeyken, bir kendini bilmez gelip beni rahatsız etse, birkaç hoşgörüsüz ve ahlaksız cin, beklenmedik birkaç aksi şeytan gelip bana: ''bu kadar dikkatli orada neye bakıyorsun? Bu yaratığın gözlerinde ne arıyorsun? Orada saati görüyor musun, vaktini boşa harcayan haylaz ölümlü?'' Deseler, ben de duraksamadan ''evet, saati görüyorum; sonsuzluğu gösteriyor'', derdim. Gerçekten hak edilmiş, sizin kadar abartılı bir şiir bu, öyle değil mi, hanımefendi? Aslında bu cüretkar iltifatları nakış gibi işlerken öylesine haz aldım ki, karşılığında hiçbir şey istemeyeceğim sizden.
Aşk nedir? Bana kalırsa, güzel bir nesnenin niteliklerinin bizim üzerimizdeki etkisinden başka bir şey olarak görülemez; bu etkiler bizim başımızı döndürür; bizi yakıp kavurur; eğer bu nesneye sahip olursak memnun oluruz; sahip olmamız mümkün değilse ümitsizliğe kapılırız. Peki bu duygunun temeli nedir?.. arzu. Bu duygunun devamı nedir?.. delilik. Dolayısıyla, güdümüze sadık kalalım ve etkilerinden kendimizi koruyalım. Güdü, nesneye sahip olmaktır; o halde, sahip olmaya çalışalım, ama bilgelikle; ona sahip olur olmaz ondan yararlanalım; yararlanamıyorsak kendimizi teselli edelim: Benzer binlerce başka nesne, çoğu zaman da daha iyisi, onun kaybı karşısında bizi teselli edebilir; tüm erkekler, tüm kadınlar birbirine benzer: Sağlıklı bir düşünmenin etkilerine direnebilecek aşk kesinlikle yoktur. Oh! Duyuların sonucunu bizim içimize gömerek, bizi asla bir şey göremeyecek hale sokan, ancak çılgınca tapılan bu nesneyle var olmamıza yol açan bu sarhoşluk ne büyük bir aldatmacadır! Yaşamak bu mudur? Bu, bize deliliğin etkilerine pek benzeyen metafizik hazlardan başka mutluluk bırakmayarak kanımızı emen ve kemiren yakıcı bir ateş içinde kalmayı istemek değil midir? Bu tapılası nesneyi eğer her zaman sevmek zorundaysak, onu asla terk etmeyeceğimiz kesinse, bu da bir zırvalık olur, ama en azından bağışlanabilir. Bu olabilir mi? Bu ezeli bağların asla yalanlanmadığına çok örnek bulabilir miyiz? Birkaç aylık hazzın ardından nesne bir süre sonra gerçek yerine yerleştiğinde, onun sunaklarında yaktığımız günlük bizim yüzümüzü kızartır ve artık çoğu zaman bizi baştan çıkarabileceğini bile düşünemez hale geliriz.
Sayfa 125
Pembe yüzünde öfken yeşerirken bulutlarını kovarım göz yaşlarımla tapılası yüreğinden. Göğüm senin, gülüşlerin benim olur birden öpmelere doyamam ateş topu dudaklarından...
...ilk adımınızda tapılası bir kadın, geleceğinizi düşünen, size ayan üyeliği vermiş olan, sizi sarhoşlukla seven, sizden sadık olmaktan başka bir şey istemeyen bir kusursuz sevgiliniz olmuş da siz onu kederden öldürmüşsünüz! Bundan daha canavarca bir şey bilmiyorum ben.
Reklam
Dostum, değerini yalnız benim bildiğim, tapılası bir iyiliğiniz var. Evet, biliyorum, tutkunun esinlediği iyilikler vardır. Erkeklerin iyi olma biçimleri çoktur; horgörüyle iyidirler, alışkanlıkla iyidirler, hesapla, yaradılışlarındaki gevşeklikle iyidirler; ama siz, dostum, siz saltık bir iyilikle davrandınız.” “Bu böyleyse, benden büyük olan ne varsa, hepsinin sizden geldiğini bilin,” dedim ona. “Sizin yapıtınız olduğumu unuttunuz mu?” “Bu söz bir kadını mutlu etmeye yeter,” diye yanıt verdi.
“Bizi bağışlayacak bağları fazla sıkıştırmayacaksanız, bu anlaşmaya razı oluyorum,” dedi. “Evet,” dedim, “ama ne denli az verirseniz, o denli de kesin vermelisiniz verdiğinizi.” Kuşkudan gelen bir hüzünle, “Bir güvensizlikle başlıyorsunuz,” diye yanıtladı. “Hayır, arı bir sevinçle başlıyorum. Dinleyin! Hiç kimsenin olmayan bir ad isterdim sizden, birbirimize adadığımız duygu nasıl olmalıysa, öyle bir ad.” “Bu biraz fazla,” dedi, “ama sandığınız kadar küçük değilim. Mösyö de Mortsauf bana Blanche der. Dünyada bir tek insan, en çok sevdiğim, tapılası teyzem Henriette derdi. Öyleyse sizin için yeniden Henriette olacağım.”
680 öğeden 661 ile 670 arasındakiler gösteriliyor.