Ben KADINIM!
Artık çok net görünüyor Yüzümde yıllanmış yollar Gözlerimde hayaller denizi Yüzmüşüm yüzmüşüm Sonra durup dinlenmişim Sırtımdan çeken ağır yükler Bazen dalmışım Bazen çıkmışım
Yaşlı bir ağaç gövdesi misali bomboş ve yapraksız bir halde kök salan, sadece dallarını hevesle gökyüzünün maviliğine uzatabilen hayatına, ona ürkekçe ve güvenle sokulan başka bir lütuf değil miydi? Başına gelen, hayatın bir mucizesiydi, bunu hissediyordu; şu yaşlılık günlerini, verebilmenin ve öğretebilmenin, mucizevi bir şekilde çiçek açma ihtimali olan bu kızı bir tohum gibi ekebilmenin ateşiyle tutuşturan sevgi onun için bir lütuftu. Hayat ona bunu vererek yeterince şey vermiş sayılmaz mıydı?
Reklam
Peki, Kuran'ın en büyük mucizesi nedir? Bu soruyu sorduğumuzda onlarca cevap gelir zihnimize... Kuran'ın nazmı mucizedir. Bu mucizelerden bir tanesi de şudur:Kuran'ın insan yetiştirmesi... Daha dün deve çobanları iken, yol kesip şakilik yaparlarken, diri diri kız çocuklarını toprağa gömerlerken, böyle bir toplumdan yeryüzünde ikinci bir örneği olmayan Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan razı binasına vardırmıştır. Yüreklerine ekilen iman tohumu ile, Allah'a kul olma ve bu kulluğu devam ettirme onların en büyük gayretleri olmuştur.
HATIRLANMASI GEREKEN FİKİRLER => İyileştirici gücün bilinçaltınızda bulunduğunu kendinize sık sık hatırlatın. => İnancın toprağa ekilmiş bir tohum gibi olduğunu bilin; bu tohum türünü yansıtacak şekilde büyür. Fikri (tohumu) zihninize ekin, beklentiyle sulayıp gübreleyin ve o fikrin gerçekleştiğini görün. => Bir kitapla, yeni bir
Taşı delen tohuma baktığında, bal yapan arıları gördüğünde, ağırlığının elli katı yükü sırtında taşıyan karıncaları izlediğinde Allah’ı okursun. Doğanın eşsiz dengesinde, uyumunda, kusursuzluğunda, işleyişinde mucizevi bir yaratım vardır. Arıcılıkla uğraşmaya başlayan bir dostum, arıların yaşamını yakından incelediğinde “Allah’ın muhteşem sanatını gördüm ve Allah’a âşık oldum” demişti.
“Buyur Nuri Efendi." "Teşekkür ederim Gazi Paşam. Ben Uşak'ın Kalfa köyündenim. Babamdan helva ile haşhaş yağı imalathanesi kaldı. Askerliğimi İstanbul’da yaptım. Gözümü, kulağımı açtım, İstanbul'da çok şey öğrendim. Avrupa'dan mektup zarfı içinde pancar tohumu getirttim. Bu tohumları köyümdeki toprağıma ektim. Pancar elde ettim. Pancarları rendeleyip kaynattım.Pekmez yaptım. Şeker elde ettim. Onunla köpük helvası imal ettim. Pancardan şeker yapabileceğimize inandım. Mehmet Hacim Bey'in önderliğinde elli bir kişi birleştik, Terakki-yi Ziraat Türk Anonim Şirketi diye bir şirket kurduk. 600.000 lira sermayemiz var. Paşam! Bize el ver. Şeker fabrikamızı kuralım. Köylü ister pancar yetiştirir, ister fabrikada çalışır. Karnı doyar, yüzü güler. Biz de, belki biraz para ve de sevap kazanırız. Uşak şenlenir. El verir misin?" Cumhurbaşkanı yerinden fırladı, Nuri Efendi'yi sevgiyle, saygıyla kucakladı: "Hepiniz var olun! Türkiye'yi bu azim, bu istek, bu şevk kurtaracak. Ben seni şimdi bir yaverle Başbakana yollayacağım. O da seni belki bir-iki Bakanla konuşturur. Hepsine bana anlattıklarını iyice anlat. Bir sorun olursa aldırma, bana gel. Kapım her zaman sana açık olacak." Nuri Efendiyi yanaklarından öptü. Heybeli köylü Türkiye'nin ilk şeker fabrikası kurucularından ünlü Nuri Şeker olacaktı.” Alıntı Şuradan Turgut Özakman - Cumhuriyet Türk Mucizesi 2.Kitap
Reklam
173 öğeden 161 ile 170 arasındakiler gösteriliyor.