"Hans Andersen'in masallarını sever misin?" diye sormuştu düşünceli bir edayla. "Marka Vovçok'un çevirisinden hiçbir şey anlamamıştım, fakat on sene sonra kitabı elime alıp bir daha okudum, birdenbire Hans Andersen'in yalnız bir adam olduğunu gayet net gördüm. Yapayalnızdı.
Hayatı hakkında herhangi bir bilgi sahibi değilim. Tescilli çapkın ve avareymiş galiba, ama bu da yalnız biri oldugu iddiarını güçlendirmeye yarıyor. Böylece çocukların yetişkinlere göre başkalarına daha merhametli olduguna inanarak (yanılmış tabii) ilgisini çocuklara yöneltmiş. Çocuklar kimseye acımazlar, acıma nedir bilmezler."
"... Hacı Murat, talihine her zaman güvenmişti. Bir işe başlarken ilk olarak o işi başaracağına inanır, şansı hep yüzüne gülerdi. Gerçekten de fırtınalı askerlik hayatı boyunca, birkaç istisna dışında bu hep böyle olmuştu. Bu kez de başaracağını umuyordu. Vorontzov'un emrine vereceği orduyla Şamil'in üzerine nasıl yürüyüp onu nasıl esir düşüreceğini düşledi. Ondan nasıl intikam alacağını, Rus çarının kendisini nasıl ödüllendireceğini, tekrar nasıl Avarya'yla birlikte bu sefer tüm Çeçenya'ya hükemdeceğini hayal etti. Bu düşüncelerle farkına varmadan uyuyakaldı."
Bugüne kadar romancılar özel hayatı yorumlamakla yetindiler; önemli olan onu değiştirmektir; önce romancının kendi hayatını. Kont Tolstoy'un seksen iki yaşında gezgin bir çileci nasıl yaşarsa öyle yaşamak için bir gece kimseye görünmeden evden kaçmasının ardında bu tezi gerçekleştirme, ölümüne günler kala da olsa doğru bir hayat sürme isteği var gibidir. Romanlar yazdım, hayatlar anlattım, gerçeği aradım, diyordur, ama ben kendim yanlış yaşadım.