Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
_Tanrıları, tıpkı insanlar gibi sevgi ve nefretle harekete geçen, armağan ve kurbanlarla etkilenen duygulu ve zeki varlıklar diye biliriz. İşte, dinin kökeni budur. Dolayısıyla, puta tapıcılığın ya da çoktanrıcılığın da kökeni budur. Tanrısal varlıkları yetkinliğin en son sınırlarına değin yücelte yücelte, sonunda birlik ve sonsuzluk, yalınlık ve
BİLANÇO TABLOSU BİR MUHASEBE
Görüşlerimi toparlamaya hazırlanırken, bu bölümde birkaç noktaya temas etmek istiyorum. Öncelikle, İngilizlerin Hindistan'da yaptıkları her şeyi kötülemek gibi bir niyetim olmadığını söyleyeyim. İnsanoğlunun yaptığı her işte olduğu gibi sömürgeciliğin de olumlu ve olumsuz tarafları vardı. Hindistan'daki bütün İngiliz yetkililer Clive
Reklam
Erdemi bir yana bırak Eugénie! Bu sahte tanrısallıklar için feda edilebilecek tek bir şey var mıdır ki erdemi hiçe sayarak tadılan zevklerin tek bir dakikasına değsin? Bırakın bunları, erdem bir kuruntudan ibarettir, erdeme ibadet etmek sürekli fedakârlık demektir, mizacımızın esinlerine karşı sayısız isyanı gerektirir. Bu tür hareketler doğal olabilir mi? Doğa kendi ihlalini öğütler mi hiç? Eugénie, erdemli denen kadınlara aldanma. Onlar bizimle aynı duygulara hizmet etmezler, başka duyguları vardır onların ve çoğu zaman da daha aşağılıktır bunlar... İhtiras, kibir, şahsi çıkarlar, çoğu zaman da onlara bir şey öğütlemeyen bir mizacın soğukluğudur yalnızca. Böyle varlıklara bir borcumuz var mı ki, soruyorum? Yalnızca kendilerini sevmekten öteye geçmişler midir? Tutkular yerine bencillik adına fedakârlıkta bulunmak daha mı iyidir, daha mı bilgece bir tavırdır, daha mı uygundur? Bana kalırsa, al birini vur ötekine; ve tutkuların sesini dinleyen kuşkusuz daha haklıdır; çünkü bu ses doğanın tek organıdır, oysaki diğeri yalnızca aptallığın ve önyargının sesidir.
Hume'un en ünlü deyişlerinden biri şudur: “Akıl tutkuların kölesidir ve yalnızca onların kölesi olmalıdır.” Bu sivri duruş dolayısıyla bir tutkunun diğerine karşılık olarak iş görebileceği gibi avutucu bir düşünceye çok ihtiyacı vardı. Gerçekten de aynı önemli paragrafta şöyle diyordu: “Karşıt bir dürtü dışında hiçbir şey bir tutkunun dürtüsünü engelleyemez veya ona karşı koyamaz”Ona göre, “mal mülk edinme açlığı” potansiyel olarak o kadar zararlı ve eşi görülmedik ölçüde güçlü bir tutkuydu ki bu tutkuyu kontrol altında tutmanın tek yolu onun kendi kendisini dengelemesini sağlamaktı. Bu iş pek kolay görünmese de Hume’un bu soruna yaklaşımı şöyleydi: Söz konusu tutkuyu kontrol altına alabilecek tek şey o tutkunun kendisidir, ki o da ancak kendi kendisinin yönünü değiştirerek bunu yapabilir. İşte bu yön değişikliği muhakkak asgari düşünme neticesinde gerçekleşmelidir; çünkü bu tutkunun tatmin edilmesinin yolunun serbest bırakılmaktan değil dizginlenmekten geçtiği açıktır. Ayrıca toplum yapısının korunması bakımından da, yalnız ve sefil bir durumdansa mal mülk edinme peşinde olmak çok daha fazla ilerleme sağlayacaktır.
Machiavelli hükümdara gücü elde etmeyi, elde tutmayı ve artırmayı öğretirken “gerçek dünyadaki şartlar” ile “hiç kimsenin gerçekten görüp işitmediği hayal ürünü cumhuriyetler ve monarşiler” arasındaki o ünlü temel ayrımını yapmıştır.12 Burada ima edilmeye çalışılan şey, ahlak ve siyaset üzerine konuşan düşünürlerin büyük oranda kurgusal
Giambattista Vico
[Toplum,] saldırganlık, açgözlülük ve ihtirastan, insanı yoldan çıkaran bu üç günahtan ulusal savunma, ticaret ve siyaseti üretir; devletlerin güç, zenginlik ve bilgelik edinmesini sağlar; insanı dünya yüzünden silebilecek bu üç büyük günahtan halkın mutluluğu yaratılmış olur. Bu ilke takdiri ilahinin de kanıtıdır: Akıllıca yasaları sayesinde, yalnızca kendi tatminine yönelmiş insanların tutkuları insanların toplumda bir arada yaşamasına olanak sağlayan bir toplumsal düzene dönüşür.
Reklam
İnsanın kural tanımaz tutkularının yarattığı soruna getirilen baskıcı çözümün de büyük zorlukları vardır. Ya hükümdar aşırı yumuşaklık, aşırı zorbalık ya da başka bir zaaftan dolayı görevini gerektiği gibi yerine getiremezse? Bu soru karşısında, gerekli derecede baskı uygulayabilecek bir hükümdar veya otoritenin ortaya çıkma olasılığı, insanların tutkularını ahlakçı düşünürlerin veya din adamlarının söylemleri nedeniyle dizginlemeleri olasılığıyla aşağı yukarı aynıdır, denebilir. İkinci olasılık sıfır olarak görüldüğü için baskıcı çözümün de kendi içinde çelişkili olduğu ortaya çıkmaktadır.
"Herkes kendi yararını gözetir, ama pek ender bunu akla uygun biçimde yaparlar; çoğu zaman dürtüleri tek yol göstericileridir; hem arzularında hem de neyin yararlı olduğu konusundaki düşüncelerinde tutkuları onları yönlendirir, tutkular da geleceği ya da başka kaygıları asla hesaba katmaz.."
Spinoza
Geri121
327 öğeden 316 ile 327 arasındakiler gösteriliyor.