Teist ontolojiye göre varlığın merkezinde her şeyi yaratan, her şeyi bilen Allah vardır ve insan da Allah sayesinde vardır; bu ontoloji Allah'a atıfla ahlakın temel kavramları olan "iyi-kötu’ye çıkarlar ve tutkular üstü değerler konumunda olması için rasyonel temeli rahatça sunabilir. Diğer yandan ateist ontolojiye göre her şey bilinçsiz, ahlak konusunda umursamaz olan maddenin doğa yasaları ve tesadüfler çerçevesindeki hareketlerinden oluşmuştur; bu ontolojiye göre bir şeye "iyi-kötü” gibi atıflarda bulunmak sadece biyolojimizin bize oynadığı bir oyundur, bizim biyolojik yapımızdan bağımsız "iyi-kötü” diye evrensel, herkes için geçerli bir kriterin rasyonel temeli yoktur.
Devlet işlerinde bizi gücümüzü aşan işlerin altına girmeye iten dağınık tercihlerin; ya da benliğimizi ele geçirir geçirmez bizi harekete iten vahşi tutkuların bizi yönlendirmesine izin vermemeliyiz; ... yalnızca kendi çıkarımız tarafından yönlendirilen akıl olmalı hareketlerimizin temel ilkesi.
Merhaba
Bugün sizlere Yol Akademisi yayınlarından Gökay Çelebi kaleminden Makber kitabı ile geldim.
Kitabımız 100 sayfa ama oldukça etkileyiciydi,her sayfasını merakla çevirdim.Kısa ama etkileyici soluksuz okuyup bitireceğiniz bir kitap arıyorsanız okumanızı tavsiye ederim.
Hiçliğin Ortasında
Hayalet Islığı
Tekila Sunrise
Sertifikalı
Erdemi bir yana bırak Eugénie! Bu sahte tanrısallıklar için feda edilebilecek tek bir şey var mıdır ki erdemi hiçe sayarak tadılan zevklerin tek bir dakikasına değsin? Bırakın bunları, erdem bir kuruntudan ibarettir, erdeme ibadet etmek sürekli fedakârlık demektir, mizacımızın esinlerine karşı sayısız isyanı gerektirir. Bu tür hareketler doğal olabilir mi? Doğa kendi ihlalini öğütler mi hiç? Eugénie, erdemli denen kadınlara aldanma. Onlar bizimle aynı duygulara hizmet etmezler, başka duyguları vardır onların ve çoğu zaman da daha aşağılıktır bunlar... İhtiras, kibir, şahsi çıkarlar, çoğu zaman da onlara bir şey öğütlemeyen bir mizacın soğukluğudur yalnızca. Böyle varlıklara bir borcumuz var mı ki, soruyorum? Yalnızca kendilerini sevmekten öteye geçmişler midir? Tutkular yerine bencillik adına fedakârlıkta bulunmak daha mı iyidir, daha mı bilgece bir tavırdır, daha mı uygundur? Bana kalırsa, al birini vur ötekine; ve tutkuların sesini dinleyen kuşkusuz daha haklıdır; çünkü bu ses doğanın tek organıdır, oysaki diğeri yalnızca aptallığın ve önyargının sesidir. Şu gördüğün organdan fışkıran tek bir damla bel, Eugénie, küçümsediğim erdemlerin en yüce edimlerinden bile bence çok daha değerlidir.
Görüşlerimi toparlamaya hazırlanırken, bu bölümde birkaç noktaya temas etmek istiyorum. Öncelikle, İngilizlerin Hindistan'da yaptıkları her şeyi kötülemek gibi bir niyetim olmadığını söyleyeyim. İnsanoğlunun yaptığı her işte olduğu gibi sömürgeciliğin de olumlu ve olumsuz tarafları vardı. Hindistan'daki bütün İngiliz yetkililer Clive
Benimle birlikteyken insanların her yerde aynı olduklarını öğrendi, herkesi aynı beş para etmez tutkular, aynı densiz ve alçak çıkarlar yönetiyor ve hepsi de tüm enlem ve boylamlarda aynı derecede GELİP GEÇİCİ.
Materyalist-ateist paradigma içinde “iyilik-kötülük” ile ilgili sezgi, tesadüfi süreçlerle oluşmuş olan nükleotidler gibi biyokimyasal yapılara, bunlar ise atomlara, evreni oluşturan temel kuvvetlere veya itme-çekme ve dalga-parçacık olmak gibi özelliklere dayanmaktadır. Bunlarda ise şahsi çıkarlar ve tutkular üzerinde bir değere sahip “iyilik-kötülük” ile ilgili sezgilerimize rasyonel temel bulunamaz; doğal olarak bunun sonucunda Ruse ve Wilson gibi ateistler bu sezgilerimizi “illüzyon” olarak görmüşlerdir.112
Materyalist-ateist ontolojide, doğal süreçlerin ve tesadüflerin birleşimiyle oluştuğu düşünülen insanın hayvanlardan farklı ahlaki bir varlık olduğunu temellendirecek rasyonel bir temel de gözükmemektedir. Bu olmayınca ise bir “tavuğu pişirmek” ile bir “insanı pişirmek” arasında bile bir ayrım yapmak mümkün olamaz.
112 Michael Ruse ve Edward O. Wilson, “The Evolution of Ethics”, Ed: Michael Ruse, Philosophy of Biology, Prentice Hall, 1989,
s. 314-317.
_Tanrıları, tıpkı insanlar gibi sevgi ve nefretle harekete geçen, armağan ve kurbanlarla etkilenen duygulu ve zeki varlıklar diye biliriz. İşte, dinin kökeni budur. Dolayısıyla, puta tapıcılığın ya da çoktanrıcılığın da kökeni budur. Tanrısal varlıkları yetkinliğin en son sınırlarına değin yücelte yücelte, sonunda birlik ve sonsuzluk, yalınlık ve