Genç hanımlar, diyebilirim, ve dikkat edin kapanış konuşması başlıyor, benim nazarımda sizler utanç verecek derecede cahilsiniz. Önemli sayılacak hiçbir keşifte bulunmadınız. Hiçbir imparatorluğu sarsmadınız, ya da bir ordunun başında savaşa gitmediniz. Shakespeare'in oyunlarını siz yazmadınız, bir barbar kavmi asla uygarlıkla tanıştırmadınız. Mazeretiniz ne? Dünyadaki, hepsi de alışverişle, işletmelerle ve sevişmekle meşgul olan siyah, beyaz ve esmer tenli insanlar kaynayan sokakları ve meydanları ve ormanları işaret ederek başka işimiz vardı diyebilirsiniz, içiniz rahat olarak.
O zamanlar İstanbul'da bağ bahçe çoktu. Sarhoş olmak için rakıya, gönül açıcı rayihalar için parfüme gerek olmadığı zamanlar. O günlerde Bakırköy'deki hastanenin yanında bir üzüm bağı vardı, tahrik edici. Bir grup arkadaş sonunda dayanamayıp içine dalmaya karar verdik. Düşünemediğimiz şey üzerimizdeki beyaz doktor gömlekleriyle fena halde görünür olacağımızdı. Nitekim biz daha tek salkım bile koparamadan bağ sahibi bağrış çağrış görünüverdi. "Hırsız doktorlar!" diye bağırıyordu. Hırsız ve doktor sözcüklerinin birlikte kullanılmasından utanç duyduğumu hatırlıyorum. Utanç duygusunun hâlâ tedavülde olduğu günlerdi.
Şimdiye kadar dostu için pek az bir şey yapmış olduğunu duyumsuyordu! Hiçbir şeyin haklı göstermediği bu ateşli teşekkürlerden nerdeyse utanç duyuyordu. O zaman bu işe kendini vermek için önünde bütün bir yaşam olduğunu düşünerek geniş bir soluk aldı...
Bir pazar yerinde, tezgahlar kalktıktan sonra sokaklarda dolaşıp yere atılan sebze ve meyveleri toplayan kadınlar kimsenin yüzüne bakmazlar. Utanç, onları kocaman bir dünyada yalnızlaştıracak kadar keskindir.
Hakkımızda kim ne isterse söyleyebilir, istedikleri hükmü verebilirler. Biz yine heyecanlarımızdan, taşkınlıklarımızdan vazgeçilmeden, hatalarımızdan utanç duymadan doğruluk yolunda yürümeye devam edeceğiz.