Yazının evrimi uygarlığın gelişmesi için temel olmuştu. İnkalar gibi pek azı yazı olmadan da işlerini yürütebilmişlerse de, çoğu erken uygarlıkta devletin işlemesi için temel olarak alındı. Yazının amacı bir dili temsil etmek değil, bilgiyi sakla­mak ve aktarmaktı. Başlarda, temel olarak ticaret ve idari işlere ilişkindi; edebiyat uzunca bir süre ortaya çıkmadı ve nesilden nesile sözlü olarak kolayca aktarıla­bilirdi. Yazının gelişmesi uygarlığın "nedeni" olmadı; giderek karmaşık bir hale gelen bir toplumda yer alan elit tabakanın ihtiyaçlarını karşılamak için geliştiriidi ve ardından daha fazla güç ve kontrol doğrultusundaki eğilimleri güçlendirdi. Okuryazarlık son yüzyıllara kadar çok küçük bir azınlığa özgü olmaya devam etti ve yazı, bilgiyi sınırlu tutmak amacıyla çoğu zaman bilinçli olarak karmaşık tutuluyordu; zira devletin gücü ve devlet ile elit tabakanın halkın çoğunu kontrol altında tutup sömürebilmesi açısından yazı büyük öneme sahipti. Sadece onlar bilgiye ulaşabilirlerdi; sadece onlar belli kararları alabilir ve toplumun faaliyetlerini düzenleyebilirlerdi. Bilim ve okuryazarlık üzerindeki tekellerin elider arasında bir birlik ruhu yaratmak ve onların değer sistemlerini yaymak bakımından da güçlü bir işlevi vardı. Bizim kültür ve uygarlık diye adlandırdıklarımız işte bunlardır.
Bilinmezlik hakkındaki düşüncelerimize genellikle, bilinenler hakkında kafamızda olan kavramların rengini yakıştırırız: Ölümü uyku hali olarak adlandırıyorsak bu, onun dışarıdan bakıldığında uykuya benzemesinden kaynaklanır; ölüme yeni bir hayat dememizin nedeniyse, hayattan farklı bir şey gibi görünmesidir. İnançlarımızı, umutlarımızı gerçekle aramızdaki bu küçük yanlış anlamalar sayesinde kurarız -ve mutluluk oyunu oynayan yoksul çocuklar gibi, ekmek kırıntılarını tatlı diyerek yaşarız Ve bu, ömür boyu böyle sürer: en azından, halk arasında uygarlık denen özel hayat biçimi için. Uygarlık, bir şeye uyumayan bir ad vermekten, sonra da oturup bunun sonuçları üzerinde hayal kurmaktan ibarettir. Ve yanlış olan ad ile doğru olan hayal, sahiden de yeni bir gerçeklik yaratır. O şey, sahiden farklı bir biçime bürünür, çünkü biz onu farklı kılmışızdır. Gerçeklikler üretip dururuz. Hammadde hep aynıdır, ama sanatın yarattığı biçim, o şeyin aynı kalmasına engel olur. Çam ağacından yapılmış bir masa, gerçekten de çamdır, ama aynı zamanda masadır. Başına oturduğumuz şey de bir masadır, çam kütüğü değil. Aşk cinsel bir içgüdüdür; ama sonuç olarak cinsel içgüdümüzle değil, bir başka duygunun var olduğunu varsayarak severiz. Ve bu varsayım da hakikaten başlı başına, başka bir duygudur.
Sayfa 104 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Atatürk Milli Mücadele'yle bu toprakları yeniden vatan yapmakla yetinmedi, bu vatanı yükseltmek için de kendi ifadesiyle -sürekli devrimler- yaptı. O devrimlerin en önemlisi Cumhuriyet'tir. Bizim Cumhuriyetimiz başkadır, İslam dünyasının incisidir bizim Cumhuriyetimiz. Bizim Cumhuriyetimiz, her şeyden önce Milli Mücadele'de, bir ölüm kalım savaşında şekillenmiştir, kanla, gözyaşıyla, ateşle yoğrulmuştur. Antiemperyalist bir bağımsızlık zaferinin eseridir. Bizim Cumhuriyetimiz laiktir. Temelinde akıl ve bilim vardır. Bizim Cumhuriyetimizin yönü çağdaş uygarlığa dönüktür. Bizim Cumhuriyetimiz kadına, insanlık onuruna yakışır haklar vermiştir. Bizim Cumhuriyetimiz barışseverdir. Bizim Cumhuriyetimizin iki temel özelliği; bağımsızlık ve laikliktir. Bağımsızlık ve laiklik olmazsa Cumhuriyetimizin bir anlamı kalmaz.
Sayfa 290Kitabı okudu
“İslam uygarlığı” denen şey, Kur’an’dan kaynaklanmış olarak ortaya çıkmış değildir; Kur’an dışı (ve özellikle Eski Yunan’dan kaynaklanmış) olarak ortaya çıkmıştır. Bunun böyle olduğunu bizzat İslam yazarları ve düşünürleri ortaya koymuşlardır. Yine her ne kadar İslam dünyasının büyük düşünürler ve bilim adamları yetiştirdiği ve bunlar arasında, Razi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt, İbn Haldun, al Kindi vd... gibi nice örneklerin Batı dünyasını etkiledikleri doğru olmakla beraber, bu simalardan hiçbirisi Kur’an’ı kaynak edinip ilim yapmış değildir; çünkü, Kur’an ile gerçek anlamda ilim yapılamayacağını en iyi onlar bilmişlerdir."
Sayfa 19 - Kaynak YayınlarıKitabı okudu
Uygarlığı en yaygın anlamda, bilim ve tekniğin ilerlemesi, yaşamın rasyonelleşmesi, yetkinleşmesi açılarından alınması durumunda bir ulusun yaşama biçimlerini değiştireceği açıktır. Diğer yandan uygar bir toplum haline gelebilmek için toplumsal yaşamın her alanında tarımdan tekniğe, politikadan sanat ve bilime kadar bir bakım ve özenin gerektiği de ortadadır.
Diyelim ki, maddî kalkınmanın bazı yararları var; nitekim çok izafî bir görüş açısından öyledir; ama, sonuçlar göz önüne alınınca zararlarının yanında bu yararların geride kalıp kalmadığı sorulabilir. Salt bu gelişmeye feda edilen ve son derece değerli olan şeylerden söz etmiyoruz; unutulmuş üstün bilgilerden, tahrip edilmiş entelektüaliteden, kaybolmuş maneviyattan da söz etmiyoruz. Sadece modern uygarlığı kendi içinde ele alıyoruz ve diyoruz ki, yararlarıyla meydana getirdiği zararları yan yana konulursa, sonuç çok olumsuz olacaktır. Günümüzde sürekli artan bir hızla çoğalarak ilerleyen buluşlar çok tehlikelidir; çünkü bu buluşlar, gerçek mahiyeti kullananlarca bile hiç bilinmeyen güçleri ortaya koymaktadır. Bu bilgisizlik, açıklayıcı değer bakımından, bilgi olarak, hatta sadece fiziksel alanla sınırlı bir bilgi olarak, modern bilimin hiçliğinin en güzel kanıtıdır. Aynı zamanda pratik uygulamaların bu yüzden kesinlikle engellenmemesi gerçeği de göstermektedir ki, bu bilim sadece çıkarcı bir yöne yöneltilmiştir ve bu bilimin bütün araştırmalarının tek gerçek amacı, sanayidir. Bu buluşların tehlikesi, hatta özellikle insanlığın zararına yönelik olmayan, bununla birlikte kuşkulanılmayan karışıklıklar bir yana, yeryüzü çevresinde pek çok felâkete neden olan buluşların tehlikesi ise; kuşkusuz belirtilmesi güç oranlarda artacağı için, eğer hâlâ vakit varken bu yolda durması mümkün olmazsa modern dünyanın, belki de bu yüzden kendi kendini yıkacak bir noktaya varacağını düşünmek mümkündür.
Sayfa 162Kitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.