Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
San Remo'da sürgün hayatı yaşayan Sultan Vahdettin...
Öldüğü güne kadar, gelip giden herkese Türkiye'den haberler soruyor, cumhuriyetin kurucuları hakkında ileri geri konuşmaya yeltenenleri sert bir hükümdar bakışıyla susturup "Onlar bizim paşalarımızdır, gıyaplarında konuşulmasını arzu etmeyiz" diyor, "Saltanat ve sarayın yıkılması önemli değildir, önemli olan milletin kurtulmuş olmasıdır" şeklinde konuşup şükrediyordu.
Sayfa 201Kitabı okudu
Dersaadet İşgal Orduları Başkumandanı General Harrington Cenaplarına istanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere Devleti fahimesine iltica ve bir an ewel istanbul'dan mahalli ahara naklimi taleb ederim efendim. 16 Teşrinisani [Kasım] 1922 Halifei Müslimin Mehmed Vahdettin İstanbul'daki müttefk kuvvetleri Başkumandanı General Harrington ise olayı şu şekilde kaydetmekte­ dir: "17.XI.1922'de, Zat-ı Şahane, İngiltere'nin hima­ yesi altına girip, İstanbul'u bir İngiliz har gemisi ile terk etmişlerdir. (Not: Vahdettinin yazdigi belgeyi gormek isteyenler kitabin 201. Sayfasinda bulabilirler)
Sayfa 201Kitabı okudu
Reklam
Almanlardaki bu Hayk sevgisi hep Lepsius'un marifeti
Almanlara duyduğu nefreti hiçbir şekilde gizlemiyordu. Her yanda Türk ol­maktan duyduğu gururu ve Türkiye ile Türklere duyduğu inancı dile getiriyordu. Bir keresinde, Türkiye aleyhine konuşan birinin sözlerine kulak misafiri olup çılgınca bir öfkeye kapılmıştı. Bir başka defa, bir akşam yemeğinde, Alsas Valisi Türklerin Ermenilere karşı davranışlarını eleştiriyordu. Vahdettin eleştiriye cevap vermeyi Mustafa Kemal’e bıraktı. O da masada karşısında oturan valiye saldırdı. Gelecekteki Türk padişahıyla bu şekilde konuşmaya nasıl cesaret edebi­lirdi? Ermeniler hakkında ne biliyordu ki? Türkiye, Almanya’yla ittifakında kendi çıkarlarından bile feragat etmişti; Ermeniler Türkiye’yi mahvetmek için komplolar kurarken, bir Alman vilayetinin valisi olarak, Almanya’nın mütte­fikine karşı Ermenileri nasıl savunabilirdi? Zor zapt ettiği çılgınca bir öfkeye kapılmıştı. Bu ani hücumdan sersemleyen vali aceleyle özür diledi. Bununla tatmin olmayan Mustafa Kemal, bir bozkurt gibi tüylerini kabartarak hücumu sür­dürdü. Acı bir alaycılıkla, “Buraya Ermenileri tartışmaya değil, Almanya’nın ger­çek durumu hakkında fikir edinmeye geldik” dedi. “Gördüklerimiz de bizi yeterince fikir sahibi etti.”
Burada muhtelif görüşmelerimiz neticesinde gerek Mustafa Kemal Paşa ve gerekse Fevzi ve İsmet Paşaları, benim formülümü kabule muvaffak oldum. Şimdi mesele, halife olarak kimi tutmak lazım geldiği hakkında da fikir birliği yapmakta idi. Mustafa Kemal Paşa Vahdettin'in kalmasını istiyordu. Sebep olarak da güçlü olduğundan, sözümüzden dışarı çıkamayacağını, eğer Mecid Efendi halife olursa, bize zorluklar çıkarabileceğini ileri sürüyordu. Buna karşı benim mütalaam şu idi: Millete bagi diyen ve bizi de asi diye fetva çıkararak idama mahkum eden ve düşmanlanınızla birleşerek milli hükümetimize karşı halife ordusu gönderen bir adamı tutmak; millete karşı olduğu kadar, tarihimize karşı da bizi küçük düşürür.
Sayfa 89
Kürtçe bu anlamda her türlü saldırıya maruz kalmış bir dil olmakla beraber tıpkı Kürt dağları gibi özüne dokundurtmayan, geçit vermeyen bir dik başlılığa da sahiptir. Yirminci yüzyılın en rafine asimilasyon yöntemlerine maruz kaldıktan sonra bugün hâlâ konuşuluyor olmak her dilin harcı olmasa gerek. Bir mucizedir Kürtçe. Bu yüzden var oluşsal bir kutsiyeti de vardır, her dil gibi. Rahmetli anneannem “Zimanê meriv bela serê meriv e” (Kişinin dili başının belasıdır.) derdi, insan her yerde her konu veya kişi hakkında konuşmamalı, sonra konuştukları başına iş açabilir, anlamında. Bu deyimin bu anlamı bir yana, her halde Kürtçe kadar konuşanların başını derde sokan başka bir dil yoktur dünyada.
Francis Osborne 28 Şubat’ta şu çıkmayı kaleme almıştı: ‘Padişah, Kazım Karabekir ve Rauf Bey’i kendisinden yana çekebilirse belki Anadolu’yu Kemal’den kurtarabilir; ama bu iki etkili Ulusçunun tutumu hakkında pek az bilgimiz vardır. Bildiğimiz, ikincisinin (Rauf’un), son günlerde Ankara’daki Bakanlar Kurulundan çekilmiş ve Mustafa Kemal’le arasının açılmış olduğudur’.
Reklam
Rumbold, Curzon’a aynı gün gönderdiği özel ve gizli yazıda şunları ekliyordu: ‘Padişah, kendi kişisel durumu hakkında oldukça içtenlikle konuşmuştur. Kendisine miras kalmış olan şeylerin, Ankara önderlerinin taleplerine boyun eğmesini olanaksız yaptığını vurgulamıştır. İngiltere’nin desteğinden kesinlikle emin olursa görevine devam edeceğini; aksi halde durumunu sürdüremeyeceğini ve istifa edeceğini söylemiştir. Dilediği yardımı sağlayamazsa iyi niyet gösterisi ona yardımcı olamaz. İngiltere dünyada en yüce İslam gücü olduğu için ondan yardım dilemesinin kendisince hakkı olduğunu; bu reddedilirse, imkânsız olan görevini bırakacağını; bu olursa, kendi kişisel özgürlük ve rahatlığının sağlanmasını dileyeceğini belirtmiştir.
padisahligindaki hafiye örgütünün ön çalışması yapılmış
"O zaman Yıldız Sarayı'nda adına 'Hanedan Jurnalcisi ' denilen Vahdettin gerek kendi adamları, gerekse saray arasında mekik gibi işleyen kadınları vasıtasıyla Hanedan hakkında malumat alır ,bunlardan işe yarayanları padişaha arz ederdi." İsmail müştak mayakon-Yıldızda neler gördüm
Damat Ferit hakkında birçok sözler söylenmiş; yazılar yazılmıştır. Ali Fuat Türkgeldi’ye göre, o: ‘... mütenevvinü’l-mizaç, bukalemun-meşreb bir adam olup, bugün ak dediğine yarın kara der ve esas fikrinin ne olduğu bilinmez idi’.
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ İslam düşüncesinde varlığı anlama süreci somuttan soyuta doğru bir seyir izler. Somut varlıklardan hareketle hakikat bilgisine ulaşılma hedeflenir. Buna paralel olarak dil de incelir, soyutlaşır, sembolik bir mahiyete bürünür. Nitekim İbn Arabi "İlim Maluma tabidir" derken bu gerçeğe işaret etmiştir. Buna göre ilim
Sayfa 7 - Kitsan Yayınları ☪ EL-BULGA Fi'L HiKMEH -Kitabı okuyacak
170 öğeden 111 ile 120 arasındakiler gösteriliyor.