Bir kitap düşünün, aşkı en güzel ve en acı haliyle anlatsın. İçinde ihanet olsun, kafa karışıklığı olsun. Şehvetten uzak ve aşkı alelade bir bedene sahip olmayı reddeden hisler olsun. Birbirlerinin gözlerine, yüzüne bakarak her şeyi okuyan, anlayan ruhların aşkı olsun. Birbirlerini sadece mutlu etmek için çırpınan, karşılık gözetmeksizin
-Uzun zamandır beni bu kadar ezen bir kitap okumamıştım-
Kitabı kapsamlı bir şekilde kendi penceremden değerlendirmek istiyorum...
Dostoyevski 1849 yılında önce idama mahkûm edilmiş daha sonra bu idam cezası sürgüne çevrilmişti. Ağır şartlardaki hapis hayatı ve sonrasındaki zorunlu askerlikte geçirilen toplam 8 yıldan sonra Dostoyevski ağır
Bir Khalid Hosseını’n kaleminden bir kitap daha okumanın verdiği mutluluk ve o anları okuduğum satırlarda iliklerime kadar hissedebilmem… insanın bazı şeyleri sadece yaşamakla değil de okuduğu satırlarda da hissedebileceğinin en güzel örneği..
Khalid Hosseını'n kitabının ismini aldığı şiir dizesiyle incelememi sürdürmek istiyorum.
“Bu kentin ne çatısını aydınlatan ayları sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.
Afganistan'ın en iyi döneminden en kötü dönemine geçişine şahit oluyoruz. Bu geçiş döneminde kadınların birçok hakkı suiistimal edilip, kocasına erkek bebek veren, birey olmaktan çıkıp sahibi olan bir köleye dönüşmesini okuyoruz. Savaşla birlikte bunlar olurken ne yazık ki hayatın devam etmesi gerekiyor. İşte buranın perde arkasında Meryem ve Leyla’nın hayatına tanıklık ediyoruz.
Beni derinden sarsan iki kadının, Meryem’le Leyla’nın hikayesini okurken ağlamamak mümkün mü? Birbirlerine kol kanat germelerini, vefanın bu kadar kısa sürede canından olmak pahasına büyümüş olması. Ah Meryem co, aklımın bir köşesinde bir yer edindin seni unutmak mümkün mü?
SİZİN HİÇ FREDDY’NİZ OLDUMU….?
Yani kabusunuz,……
Öyle çok değer verip de, bir zaman sonra hiç de değmeyecek biri olduğu kanaatine vardığınız…
Sizi hayal kırıklığına uğratan, o kadar da önemli biri olmadığına karar verdiğiniz…
Komplekslerine esir olup, egolarını terk edemeyen bir arkadaşınız oldu mu….
Kendine şuursuz ve anlamsız bir şekil de
Belki de bu bir kitap incelemesi olmayacak. Duygularımı anlatmaya çalışacağım yine...
Artık bana kimse " bu devirde gerçek dostluk mu kaldı?" "Böyle dostluklar ancak eski devirlerde kaldı." " artık dünyamıza geri dön, senin düşündüğün gibi bir dünya yok" benzeri cümleler kurmasın. Elimde tam da bu devirde yaşanmış bir
youtube.com/watch?v=TXzO1FT... kitabı okumaya karar verdiğimde, okurken ve hatta bittikten sonra ben de başladım mırıldanmaya: triyandafilis gitme; sen de gitme triyandafilis ...
Sonra da dilimden düşmedi bu şarkı.
''Sen de başını alıp gitme ne olur
Ne olur tut ellerimi
Hayatta hiç bir şeyim az olmadı senin kadar
Ve hiçbir
29 Eylül 1911
Ne vakittir topraklarını genişletmek isteyen İtalya Krallığı, ilk iş olarak gözüne Libya'yı kestirdi. Savaş Osmanlı Devleti'nin kapısını çaldığında, imdada yetişecek bir donanma yoktu. Bu nedenle direniş için Ordu gönderilemedi. Tek çare. gözü kara subayların Libya'ya sızarak yerlileri örgütlemesiydi: Gönüllü subaylar birer ikişer ön plana çıkmaya başladı. Fethi Bey, Enver Bey, Eşref Bey Nuri Bey... Onlardan biri Binbaşı Mustafa Kemal'di. Gazeteci Şerif kılığında Mısır üzerinden Libya'ya sızdı ve yerlileri örgütlemeye başladı. Bu yolda ona destek verenlerin başında Senusi cemaati vardı. Onlardan biri olan Ahmet, Mustafa Kemal ve Enver ve tarafından eğitilen grubun içindeydi. İtalyanlara karşı başarılı bir direniş gösterilmesine rağmen, Balkanlar'da yükselen savaş tehlikesi nedeniyle Osmanlı Devleti, İtalyanlarla barışmak zorunda kaldı.
15 Kasım 1920
Milli Mücadele'nin en zorlu günleriydi. Ankara, milleti arkasında toplayarak Yunan ordusuna direnmek için hazırlıkları tamamlamaya çalışıyordu. İstanbul hükümeti ise Ankara'dakilerin İslam düşmanı olduğu algısını yaratmaya ve onları iş yapamaz hale getirmeye çabalıyordu. Bu girişimler Anadolu'nun bazı bölgelerinde başarıya ulaşıyor ve Ankara'ya karşı isyanlar patlak veriyordu. İşte bu çetin günlerini birinde, Ahmet'in bulunduğu tren Ankara'ya vardı. Atatürk'ün davetiye gelmişti. Yıllar sonra karşılaşan iki dost, Anadolu'nun işgalden kurtulması konusunda görüştü. Atatürk, vakti zamanında Libya için canını ortaya koymuştu, şimdi sıra Şeyh Ahmet Senusi'deydi. Ahde vefanın büyük bir örneği yaşanıyordu.
...
Uzun bir zaman önce elime geçen bir eser “ Çevre Bir Emanettir “ ve onunla karşılaşmam bir kitapçıda veyahut internette yapılan kitaplara dair bir araştırma neticesinde değil. Çalışmış olduğum kurumda formalite icabı konulan kütüphanenin bir köşesinde kırgın, tozlanmış bir eserdir. Vefanın ışığının dokunmadığı..
***
Kaliteli bir kağıt yapısına
O, dostluğun, vefanın ve kadirşinaslığın etten kemikten bir örneği idi. İnsanları bulundukları mevki, makam ve kimliğe göre değil, Allah'ın bir emaneti olarak görürdü.