Modernist yazar James Joyce tarafından yazılan bu eser bir karakterin cinsel ve manevi gelişimini ele aldığı için "Bildungsroman" türüne ait olsa da bir sanatçının gelişimini adım adım gözler önüne serdiği için de "Künstlerroman" olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda yazarımızın kendi hayatından yola çıkarak yazdığı bu eserin Otobiyografik roman olduğunu da söyleyebiliriz.
Baş karakterimiz Stephen Dedalus sanatçı olma yolunda ilerlerken din, kültür, vatan, okul, kilise, toplum, aile gibi kavramlarla bir çatışma içerisinde buluyor kendini. Tüm bunlara karşı bir başkaldırı içerisindedir. Bu basmakalıp kavramların sanatçıyı özgür olmaktan alıkoyduğunu düşünüyor. "Sanatçı dediğin özgür olmalı, bu tarz kavramlar arasında sıkışıp kalmamalı." diyor.
Bizler de onunla birlikte oturup hayatımızı sorgulamıyor değiliz hani. Doğumumuzdan bu yana bize dikte ettirilen bu hayat, bu değerler, bu yaşam tarzı ne kadar doğru?
Stephen hep yalnızdı, kalabalıklar içinde yalnız. Hiçbir zaman da yalnız olmaktan korkmadı. Zaten hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeyip sorgulayan insanlar yalnız kalır. O bunun farkındaydı. Etrafındaki diğer insanlardan farklı olduğunun farkındaydı. Bir ara kendini dine adadı. Ama sonra baktı ki körü körüne bağlandığı o Katolik mezhebi aslında her şeyi kendi işine geldiği şekilde yorumlayan sözde din adamlarının elinde bir oyuncaktan başka bir şey değildi. O aralar İrlanda'da hızla yayılan Prostestanlık mezhebine mi katılmalıydı. Ama hayır, hayır! Yağmurdan kaçarken doluya tutulamazdı! Özgür olmayı seçti.