Alt sosyal sınıfı, emekçileri veya farklı bir tabirle proleterleri anlatan edebi eserlere (proletarya edebiyatı diye kategori oluşturanlar var) örnek olarak: Emile Zola'nın 'Germinal'ini, Jack London'ın 'Demir Ökçe'sini, Upton Sinclair'in 'The Jungle'ını verebiliriz. Şimdiye kadar kimse söylememiş fakat benim nacizane fikrime göre Arthur
Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız, Endonezya’da haksız yere tutuklanan ağabeyini kurtarmaya çalışan, Paris’te yaşayan çevirmen kız kardeşin hikayesi. Bu hikaye üzerinden Doğu-Batı kültürlerinin çatışmasını oldukça objektif bir yaklaşımla her ikisinin de eksileri ve artılarıyla sunuyor yazar ve medeniyet, modernite, emperyalizm ve ulusal aidiyeti sorguluyor. Hikayenin geçtiği coğrafyanın kültürünü ve siyasi tarihini kurguyla harmanlama şekli çok hoşuma gitti. Arka kapakta belirtildiği gibi kitap bana Camus, Kafka ya da Dostoyevski’yi çağrıştırmadı ancak irdelediği kavramları akıcı bir kurguya gayet kararında yediren, çağdaş bir eser olduğunu düşünüyorum. Çağdaş Uzak Doğu edebiyatından hoşlanan herkese tavsiye ederim, severek okudum. Bu arada Devrim Çetin Güven’e çeviri ve ön söz için teşekkür etmek isterim. Kendisinin daha önce yine Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Yengeç Konserveleme Gemisi çevirisini okumuştum okumadıysanız mutlaka tavsiye ederim, çok güzel ve severek okuduğum bir eserdir o da.
“Kullanılıp atılmış, sümüklü kâğıt mendiller kadar bile değerleri yoktu işçilerin! Tonbalığı saşimisi misali, kat kat işçi cesetlerinin et parçalarıyla sağlamlaştırıldı maden tünellerinin duvarları.”
Kobayaşi Takici tarafından kaleme alınmış, emekçi sınıfının sorunlarını, mücadelelerini, onların ne denli zor şartlarda çalıştırıldığını anlatan proletarya türünde yazılmış bir kısa roman
Japon Edebiyatı okumalarına hızla devam ederken, uzun zamandır aklımda olan, daha doğrusu değerli bir kitap dostunun önerdiği, hem ismi, hem de konusu ile ilgimi çeken Yengeç Konserveleme Gemisi kitabı ile geldim.
Proleterya Edebiyatından ilk okumam değil lakin en etkileyicisi bu kitap oldu diyebilirim.
Ne tamamen gemi, ne de tamamen fabrika kabul edilemeyen bir gemi ; Hakkö-maru. 1920'lerde Hakodate Limanı'ndan ayrılıp, Kamçatka sularına doğru yol alır.
Gemide çok farklı kesimlerden gelen madenci, çiftçi, balıkçı, üniversite öğrencileri gibi, mevsimlik işçilerin gündelik yaşamları betimlenmekte.
Sağlık, beslenme, yıkanma, dinlenme, iş güvenliği gibi pek çok haktan mahrum olan bu işçiler tabiri caizse sefalet içinde uzun saatler boyunca çalıştırılır.
İşçilerin maruz kaldığı bu sömürü ve zulüm karşısında okurken isyan etmemek mümkün değil.
Yönetici, idareci konumunda bulunanların, acımasız eziyetlerine maruz kalan bu işçilerin durumunu Kobayaşi, katı ve kasvetli bir dil ile anlatmıyor. Trajedi, komedi ve müstehcenlik ile harmanlanarak anlatılmış. Bu da okura sıkmadan, sürükleyici bir okuma sağlıyor.
Japonya'ya farklı bir açıdan bakmak ister misiniz?
O vakit bu kitap tam sizlik :-)