Okurken bu kadar zorlandığım bir kitap oldu mu bilmiyorum.
Biz neden böyleyiz? Niçin hiç gelişemiyoruz, hep yerimizde sayıyoruz.
Kadının yapması gerekenleri, konumunu, kadın-erkek farklılığını konuşmak yerine, biraz insan olmaya çalışsak da, insanlık sorunlarımızı konuşsak, birlikte yaşamaya çalışsak olmaz mı?
Kitabı okumadan önce incelerken zaten isminden ötürü bir önyargı ile yaklaştım fakat içeriğini anladığımda merak ettim. Kitap kadınlarla ilgili birçok kavramın tanımlarını içeren bir sözlük, fakat bu tanımlamaları yapan öyle yazarlar var ki... Okuduğumda çok öfkelendiğim, olmaz bu yazar nasıl böyle şeyler demiş dediğim hiç beklenmedik yazarlar. Zaten kitabı incelerken arka kapakta birçok ismi görürsünüz. Kitabın girişinde çevirmen notu olan "Tercümana zeval olmaz"... mı? başlıklı bir yazı var. Muhteşem. Kitapla ilgili önyargıları alıp götürüyor ve kitapla ilgili aydınlatıyor Yiğit Bener. Ben çok merak ederek okudum. Okurken oldukça kızdım yazılanlara, kadınlarla ilgili düşüncelerin yıllardır çok da değişmediği ve aydın kişiler tarafından böyle tanımları görünce. Merak edenlere tavsiye ederim.
Çevirmenden bir alıntı yaparak bitirmek istiyorum.
"Sorun coğrafya, kültür ya da din değildir; erkeğin kadını aşağılayıp köle olarak kullandığı ayrımcı, cinsiyetçi düzen ve bu düzeni haklı çıkarmayı hedefleyen ideolojidir."
“Bir gelenek ve alışkanlıktan ziyâde iktisâdî ve sıhhî tarafı ağır basan şalvar, bir yüz karası olmadığı halde biz, vatandaşlarımızı alaya almakla ne derece büyük hata işlediğimizin farkında olmuyoruz.
Köylünün ıztırâbı şalvar değil, kendisini anlamayan tüy kasabası münevveri karşısında bulmasıdır. Köylü, varsın şalvarını giysin. Bugün Avrupa ile omuz öpüşen Japon hâlâ yer yatağında yatıyor ve sinide yemek yiyor. Halbuki bu uzak Asya milleti, rönesansını, bir Türk rönesansı sayılan Tanzîmat’tan altı sene sonra yapmıştı. Biz ise hâlâ yerimizde sayıyoruz. Hatta geri vitese takılmış olarak, arka arka gidiyoruz. O ise başını almış koşuyor.”
Elips biçiminde bir yürüyüş yolunda, civarda oturanlarla birlikte yürüyüş yaparken sergilediğimiz görüntüye uzaktan bakıyorum ve beni bir gülme tutuyor. İstisnasız hepimiz bir yere yetişircesine hızlı hızlı yürüyoruz, terliyoruz, o elips biçimindeki yolu on tur yürümek için enerji harcıyoruz ve yaptığımız işi ciddiye alıyoruz; çünkü sağlıklı
Bahara doğru yazlıkları ekmeğe başladılar. "Bu yıl bari iyi bir mahsül kaldırıversek de ödesek borcumuzu. Herif bizi haraca kesti. Her yıl ona çalışıyoruz, nasıl iştir bu?" Mahmut çalışırken kendikendi ne kızıp söyleniyordu. "Ah ulen bir yardım eden yok, ağzına tükürdüğüm! Bir yol bulamıyoruz. Çalış çalış, sonu boş. Kaç yıl oldu savaş biteli, bize yararı olan hiçbir şey yok. Ağzımız yüzümüz bir türlü düzelmiyor. İbrahim bey aldı yürüdü, Hacı Nuri aldı yürüdü, biz hep yerimizde sayıyoruz. Böyle mi düşünmüştük, böyle mi söylenmişti bize? Yoksa yalan mıydı, aldattılar mı bizi?
Daha hızlı ulaşım ve iletişim araçlarının icadı, daha büyük silahların ve daha iyi tahribat yöntemlerinin geliştirilmesi, oklarla insanların tek tek yere devrilmesi yerine tek bir atom bombasıyla binlerce insanın silinip süpürülmesi; bunlara biz gelişme diyoruz, değil mi? Öyleyse teknolojik anlamda bir gelişme kaydedildi; ama diğer alanlarda geliştik mi acaba? Savaşları durdurabildik mi? İnsanlar daha kibar, daha sevecen, daha cömert, daha anlayışlı, daha insaflı oldu mu? Sadece gerçeklere bakın. Bilimsel ve fiziksel olarak muazzam bir gelişme kaydettik ama içsel dünyamızda hâlâ yerimizde sayıyoruz!