Sende ırmaklar şakır ve ruhum onlarla hep istediğince kaçar istediğin bir yere.
Yolumu belirtsen de umut yayında senin oklarını art arda salsam delicesine.
Açıyorum kitabımı. Yazıyorum
bir maden ocağının çukurunda sanıp kendimi,
bir ıslak, ıpıssız dehlizde.
Biliyorum ki şimdi kimse yok
evde, sokakta, acı kentte.
Bir mahkumum açık kapısının önünde,
açık dünyanın önünde,
Kitap ilk başta çok iyi sonra bazı betimler çok fazla bi tık sıkabilir orası ama sonradan okurken kafanda kurduğun senaryo olmuyor farklı bir serüven yaşanıyor
«Bir Tereddüdün Romanı» na kadar şüpheci görünürüm. Varlığın manası üzerinde tereddütlerim olmuştur. Bu romanın kahramanı sorar: «Manaya mana veren biz miyiz?»
Bu sorunun cevabı yirmi sene sonra «Matmazel Noralya'nın Koltuğunda verilmiştir. «Varlığa mana veren insan değildir. İnsana mana veren varlıktır.»
"Bir-çocuk-çürük-bir-diş değildir sözü bile güzel bir cümleden başka şey değil. Sayın meslektaşımın savaşa katıldığından, tabancasını ateşleyip insan öldürdüğünden kuşkum yok, bir çocuğun yirmi yaşına geldikten sonra da çürük bir diş olmadığını unutmuştu herhalde. Savaştan daha kötü bir çocuk bilmiyorum. Yirmi yaşa ertelenmiş toplu bir çocuk cinayetidir savaş."