Kızın biri arayıp, "Ölmek insanın canını çok yakar mı?" diye soruyor.
Bak tatlım, diyorum, evet yakar ama, yaşamaya devam etmek çok daha fazla acıtır.
"Sadece merak etmiştim" diyor. "Kardeşim geçen hafta intihar etti de."
Bu kız, Fertility Hollis olmalı. Kardeşinin kaç yaşında olduğunu soruyorum. Sesimi elimden
1974'de Kansas'ta dört kişilik bir aile, kendi evlerinde işkenceye maruz kaldıktan sonra öldürülmüştü. Altı ay sonra ise yine aynı bölgede yalnız yaşayan bir kadın, yine kendi evinde öldürüldü. Gazetelere olay yeri görselleri içeren bir zarf ulaştı. Aynı zamanda şüpheliler gözaltına alınıyordu. Ancak hiç birisi katil olarak tespit edilemedi. 1977'de cinayetler devam etti. İki kadının cesedi aynı bölgede bulundu. Hemen ardından bir yerel gazeteye, bir zarf ulaştı. Zarfın içersinden ilk kurbana ithafen yazılmış bir şiir çıktı. Katil oyun oynamayı seviyordu. Öyle ki, bir cinayetinin ardından bizzat polisi arayarak olay yerini tarifi etti. FBI profilleme uzmanları medyayı uyararak, seri katil tarafından gelen her ne varsa dikkate almamalarını söyledi. Bu durum katilin hoşuna gitmedi. Yerel bir televizyon kanalına bir mektup göndererek tüm cinayetlerin sorumlusu olduğunu ve dünyanın en özel seri katil olduğunu beyan etti. Mektubunda seri katil isimlerinden oluşan bir liste vardı. Listenin en başına ise B.T.K. kısaltmasını kullanarak kendisini koymuştu. B.T.K. kısaltmasının açılımı ise "Bind them, torture them, kill them" (Bağla, işkence et, öldür) oluyordu. Basın tarafından hak ettiği ilgiliyi görmediğini belirten katil, sekizinci kurbanının peşine düştüğünü belirtmeyi de ihmal etmemişti. Mektubunda şu sorusu dikkat çekiyordu: "Beni fark etmeniz için kaç kişiyi öldürmem gerekir?" 1986'da genç bir kadının cesedi bulununca, medyada bu kadının BTK katili olabileceği yönünde bir kanı oluşsa da, yetkililer bunu yalanladılar. Ancak yirmi yıl sonra bu cinayetinde sorumlusunun aynı katil olduğu anlaşılacaktı.
Cabir b. Nûh der ki: Medine’de, bir işimden dolayı adamın birinin yanında otururken, yanımızdan yakışıklı ve şık giyinimli bir ihtiyar geçiyordu. Adam hemen kalktı, ihtiyara selam verdi ve: “Ey Ebû Muhammed! Allah’tan (c.c.) senin sevabını büyük etmesini ve kalbini sabırla sebat ettirmesini dilerim,” dedi. O ihtiyar ona şu şiirle karşılık
Çoğu zaman olduğu gibi, basit bir deneyin tutarlı bir uzantısı olarak, bir gün kafasında bir düşünce doğdu. Fergusson ve Oğulları Çarşısı'na yollamadan önce Bayan Abegg'in eline tutuşturduğu bilmem kaçıncı alışveriş listesine bakarken Pehnt ansızın, duyularla değil, ancak mantıkla erişilebilecek biçimde aydınlığa kavuştu ve çözümün, ustaca
Çoğu zaman olduğu gibi, basit bir deneyin tutarlı bir uzantısı olarak, bir gün kafasında bir düşünce doğdu. Fergusson ve Oğulları Çarşısı'na yollamadan önce Bayan Abegg'in eline tutuşturduğu bilmem kaçıncı alışveriş listesine bakarken Pehnt ansızın, duyularla değil, ancak mantıkla erişilebilecek biçimde aydınlığa kavuştu ve çözümün, ustaca
Şükrün mikyâsı, kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnûniyettir.
Şükürsüzlüğün mîzânı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helâl demeyip rast geleni yemektir.
Evet hırs, şükürsüzlük olduğu gibi hem sebeb-i mahrûmiyettir hem vâsıta-i zillettir. Hattâ hayât-ı içtimâiyeye sâhip olan mübârek karınca dahî gûyâ hırs vâsıtasıyla ayaklar altında kalmış, ezilir. Çünkü kanaat etmeyip senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Gûyâ mübârek arı, kanaatinden dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden balı insanlara emr-i İlahî ile ihsân eder, yedirir.
Şimdi bence kat’iyet peydâ etmiştir ki, ekser hayatım, ihtiyar ve iktidarımın, şuurve tedbirimin haricinde, öyle bir tarzda geçmiş ve öyle garip bir surette ona cereyan verilmiş, tâ Kur’ân-ı Hakîme hizmet edecek olan bu nevi risaleleri netice versin.
Adeta bütün hayat-ı ilmiyem, mukaddemât-ı ihzariye hükmüne geçmiş ve Sözlerle i’câz-ı Kur’ân’ın izharı, onun neticesi olacak bir surette olmuştur. Hattâ, şu yedi sene nefyimde ve gurbetimde ve sebepsiz ve arzumun hilâfında tecerrüdüm ve meşrebime muhalif, yalnız bir köyde imrar-ı hayat etmekliğim; ve eskiden beri ülfet ettiğim hayat-ı içtimaiyenin çok rabıtalarından ve kaidelerinden nefret edip terk etmekliğim, doğrudan doğruya bu hizmet-i Kur’âniyeyi hâlis, sâfi bir surette yaptırmak için bu vaziyet verildiğine şüphem kalmamıştır.
Kur’ân’ın hakaik-i i’câzını ben güzelleştiremedim, güzel gösteremedim. Belki Kur’ân’ın güzel hakikatleri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi