Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Yiğit Muhammet Sarı

Fikrimce gerçek aşk ihtiyat, tevazu ve hatta aşığın maşuka karşı çekingenliği içinde ifade edilir. Asla ihtiras içinde kendini kapıp koyuvermekle ve zamansız samimiyet gösterileriyle değil. Karl Marx
Reklam
Dominoya ilk dokunan, mutlaka dominonun altında kalır. Süreci ilk başlatan, süreci yönetemez; süreç kısa sürede kontrolden çıkar. Başlatanlar, kendi ürünleri tarafından tasfiye edilir. Topluma radikal bir düşünceyi/inancı dayatanlar, kısa bir süre sonra bu düşünce/inanç tarafından düşman ilan edilir. Bu frankestein yasasıdır ve logaritmik süreçlerle frankestein yasası daima iç içe işler. Her sistem, kendi ürettikleri ile önünde sonunda karşılaşır ve her sistem kendi ürettikleri ile yıkılır.
Mutluluk duygusunun saf halinde gerçekleşmesi için kendi dışındaki bir şeye gereksinimi yoktur. Mutluluk, teşhire ihtiyaç duymaz. "Bakın biz mutluyuz" fotoğraflarında eksik olan şey mutluluktur ve bu fotoğraflar, izleyicilerine tam da bunu tamamlamak için gösterilir. İçerikteki eksiklik izleyicilerin "aa evet mutlular" yargısı ile takviye edilir. Mutluluk söylenen değil olunan, gösterilen değil yaşanan bir şeydir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Simgesel güç silahların ve paranın gücünden daima üstündür. . Oysa kötülüğe kötülükle karşılık vermekten başka çıkar yol yoktur. . Ölmek -ya da yaşamak- (mutlu ya da mutsuz) bir yazgı, bir kaçınılmazlıktır, yoksa bir hak değildir. . Eğer hak talebi dayatılıyorsa, istenen şey kaybedilmiş demektir: su, hava, yer hakkı tüm öğelerin adım adım yok olduğunun teyit edilmesidir. Cevap hakkı diyalog yokluğunu gösterir, vs.
Bugün gerçek anlamıyla itkiye değil, daha ziyade dışarı atma ve tepkimeye doğru ilerliyoruz. Doğal felaketler de bir alerjiye, insanın işlemsel nüfuzunun doğa tarafından reddi biçimine benziyor. . Olumlu, seçmeli ve çekici büyük itki ya da dürtüler yok oldu. Artık yalnızca belli belirsiz arzuluyoruz, beğenilerimiz giderek daha az belirli. Buna karşın kötü niyet, tepkime ve tiksinmeninkiler güçlendi. Günümüzde yalnızca tiksinti belirli, beğeniler değil. Yalnızca reddedişler şiddetli, tasarılar değil. . Kitleleri olumlu görüş ya da eleştirel niyetleri doğrultusunda kışkırtmak gereksizdir; çünkü kitlelerin böyle görüş ya da niyetleri yoktur: ayrışmamış bir güçleri vardır yalnızca, bir reddetme güçleri. . Kıtlık evresinde yutma ve sindirme ile uğraşılır. Bolluk evresinde sorun, atmak ve kovmaktır. Genleşmiş iletişim ve enformasyon fazlası, insanın tüm savunmalarını tehdit ediyor. Simgesel alanı, zihnin muhakeme alanını koruyan hiçbir şey yok artık. Neyin güzel neyin çirkin olduğuna, neyin orijinal neyinse orijinal olmadığına ben karar veremedigim gibi biyolojik organizma da kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar veremiyor artık. Bu durumda her şey kötü nesne olur ve yegane savunma, ani tepki veya reddetmedir.
Reklam
Artık büyümüyor, ur halini alıyoruz. Hızlı çoğalma toplumundayız; hiçbir belirgin hedefe göre kendini düzenlemeden büyümeyi sürdüren bir toplumdayız. Urlaşan bir toplum, kendi tanımına aldırmadan, kontrolsüz biçimde gelişen ve nedenlerin yitimiyle birlikte sonuçların yığıldığı bir toplumdur. . Yoksunluk hiçbir zaman feci değildir; öldürücü olan doygunluktur. . Çarpıcı olan şey, günümüzdeki tüm sistemlerin aşırı şişmanlığıdır; haberleşme, iletişim, bellek, depolama, üretim ve yok olma düzeneklerimizdeki o “cehennemi gebelik”tir; bu sistemler öyle dolmuştur ki artık işe yaramayacakları çoktan bellidir. . Bu muhteşem gereksizlikte bulantı verici özel bir şey var: hızla çoğalan, aşırı şişen; ama doğuramayan bir dünyanın bulantısı. Bir düşünce doğurmayı başaramayan tüm bu bellekler, arşivler, belgeler; bir olay doğurmayı başaramayan tüm bu planlar, programlar, kararlar…
“Bilgi” bazen “doğru sanı” olarak tanımlanır ama bu tanım fazla geneldir. Çalıştığına inandığınız ama aslında durmuş olan bir saate bakarsanız ve saat o anda tesadüfen doğru ise günün hangi saatinde olduğunuzla ilgili doğru bir sanı edinirsiniz ama bilgi sahibi olduğunu söylenemez.
İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsanız, kendilerini dinlerseniz, insanoğlunun esas vasfı akıldır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik sözüyle, hayata hükmeder. Fakat kendi hayatlarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz. Bütün telâkkileri, hususî bağlanışları hep bu aklın varlığını yalanlar.
Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!
Bence radyo, aklımın erdiği kadarını söyleyeceğim tabiî, insanoğullarına lüzumsuz meraklar aşılamaktan başka bir şeye yaramaz. Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikâyet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız? Ben bile bu yaşta işimle gücümle meşgul olacağım yerde radyo başına oturup saatlerce, bir kere bile gidip görmediğim, -tabiî sinemalardaki havadis filmleri hariç- futbol maçlarının, boks güreşlerinin hikâyesini dinliyorum.
Reklam
İnsanlar niçin yalan söylerler ve iftira ederler? Benim naçiz kanaatıma göre, iftira sade çirkin değil, aynı zamanda gülünç ve âciz bir şeydir de. İnsan tabiatı iktizasınca birbirlerini kötülemek isteyenler sadece düşmanlarının hayatlarına baksınlar, yeter. Çünkü her insanın hayatında hiçbir muhayyilenin icat edemeyeceği kadar aksaklık vardır, ve bu aksaklıklar o insanla beraber yetişmiş, büyümüş şahsî, nevi kendine mahsus şeylerdir. Kul kusursuz olmaz, sözü sırf bu gerçek için söylenmiş bir sözdür. Bu hikmetin gösterdiği yoldan gidip karşımızdakini tanımağa çalışacağımız yerde iftiraya kalkmak, âdeta pazar malıyla giyinmeğe benzer.
İnsan yaratılışı tam bir eşitliğe razı olamaz. Ufak tefek imtiyazların teşvikine de muhtaçtır. Diyebilirim ki, bizzat iyilik dahi, ancak ceza görmesi ve ayıplanması icap eden bir kötülüğün bulunmasıyla kabildir. İleride sık sık adı geçecek olan rahmetli hocam Muvakkit Nuri Efendi tasavvuftan bahsederken “her şeyin zıddıyla maruf ve mümkün olduğunu” söylerdi.
Öz itibarıyla bir doğası bulunan ve ben kendisine bakmadığım zaman da varlığını sürdüren bir masa var mıdır? Yoksa masa yalnızca benim imgeleminin bir ürünü, uzun süren bir düşteki bir düş-masası mıdır? Bu soru çok büyük önem taşır. Çünkü nesnelerin bağımsız var oluşlarına inanmazsak, başka kimselerin bedenlerinin bağımsız var oluşlarına da inanamayız, böyle olunca başkalarının zihinlerine büsbütün inanamayız çünkü başkalarının zihinlerine inanabilmek için onların bedenlerinin gözlemlenmesinden türettiklerimizin dışında hiçbir dayanağımız yoktur. Böylece nesnelerin bağımsız var oluşlarına inanamazsak bir çöl ortasında yalnız kalırız; olabilirki dış dünya bir düşten başka bir şey değildir ve var olan yalnızca biziz. Bu sıkıntı veren bir olasılıkdır fakat yanlışlığı kesinlikle kanıtlanamasa bile, doğru olduğunu kabul etmek için de en küçük bir sebep yoktur.
Varoluşumuzun gayesi olarak ileri sürülebilecek tek şey vardır, o da varolmamanın bizim için olmaktan daha iyi olacağının bilgisidir.
241 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.