Zaman geçecek, bizler de sonsuzca ayrılıp gideceğiz yaşamdan. Yüzlerimiz, seslerimiz, kaç kişi olduğumuz, hepsi unutulacak. Ama acılarımız, bizden sonra yaşayanlar için sevinde dönüşecek; mutluluk, dirlik, düzenlik egemen olacak dünyaya.
Uyanma ile uyuma arası bir durumdayım. Bu noktadan her iki yöne de kayabilir insan. Bir düşe dalabilir ya da gözlerini açıp kendi gövdesinin, odasının, pencerenin ötesinde karda gaklayan kargaların farkına varabilir. Bu durumu tam uyanıklıktan ayıran şey, bu noktada sözcük ve anlam arasında hiçbir uzaklığın kalmayışıdır.
Kimlik sorulunca
tren saatlerine bakmak
ya da para ödemek için
cüzdanımı açınca
yüzün çıkıyor karşıma
...
Kalbin cüzdanında
bir çiçek o kuvvet
bizleri yaşatan
dağları yıpratan.
Ve yüzlerimiz, kalbim, fotoğraflar kadar kısa ömürlü.
Sevgili Dost,
Üzüntülerimiz, günlük hayatımızdaki ödevleri bile normal bir şekilde yapmamızı engelliyor. Kederin ağına takılan balıklar, çırpına çırpına ölüyorlar. Mutluluk bir seyahat şekli olması gerekirken, bir türlü ulaşılamayan hayali istasyonlar haline geliyor.
Yüzlerimiz, hüznün yüzlerce elbisesinden hangisini seçeceğine bir türlü karar veremiyor. Aynı hava sıcaklığında bir gün üşürken, bir başka gün terleyebiliyoruz. Bir gün kahkahalarla güldügümüz bir espriye, bir başka gün tebessüm etmekte zorlanıyoruz. Şu bazen sıfır derecede donmuyor, bazen kaynamıyor yüz derecede.
O halde, "Bizi mutlu kılan şey şartlardan çok, ruhumuzdur." istemekle değil , istememekle hür olan ruhumuz.
geceleyin dogmaları aşırıp bazen inanç olarak geri veren bu yıldız bolluğunun desteğiyle başlar öyküler. yıldız kümelerini ilk keşfedip onlara ad verenler öykücülerdi. bir avuç yıldız arasına düşsel bir çizgi çekince, kimlik ve birer imge kazanıyordu yıldızlar. çizgiye işlenmiş yıldızlar bir anlatıya işlenmiş olaylar gibiydi. yıldızların küme oluşturduğunu düşlemek kuşkusuz ne yıldızlan ne de onları çeviren kara boşluğu değiştirdi.
"... Eskiden uyumayı severdim, benim için bir ihtiyaçtan öte mutlu eden bir şeydi uyumak. Sonradan... Unutmak için zorunda kaldığım bir şey oldu. Küçücük, zararsız görünen anların içinden seçip kafamın içinde kendime işkence ettiğim o kadar şey oluyor ki... Ve onlari unutmak için, sırf daha sonra bambaşka küçük anlarla kendime işkence edebilmek için, uyumak gerekiyor. Uyumak, günün sıfır çarpanı gibi."
"Ama başka başka denklemler kuruyorsun, ne kadar sıfırla çarpsan da yenileri geliyor yaşadıkça, istediğin kadar çarp... Durmayacak gibi," diye devam ettim seslice nefes vererek.
"Bundan daha insana özgü bir şey daha duymadım." Başını koluna yasladığında yüzlerimiz karşı karşıya geldi.
"Bundan daha büyük bir sahtekârlık da duymamışsındır," dedim alayla. "Uyumak, unutmak değil... Ertelemektir. Tembelliktir kısaca."
Unutmaya bile gücüm yok. Artık yaşamaktan öte bir ölüm kalmıyor bize. Toprağın çekirdeğinden ve göğün burçlarından kovulduk. Bedenimiz bir sarkaç gibi gidip geliyor bu ikisinin arasında. Yüzlerimiz bir tek yüzün fotokopi makinalarına yatırılarak çoğaltılmış birer sureti. Adlarımız sağdan sola, yukarıdan aşağıya çözülen bulmacaların içinde gizli. Sabahları gazetelerde bir bardak çay eşliğinde okunacak: 'Bir tohum daha çürümeye mahkum edildi!'
Bir insanın gülümsemesi onun mutlu olduğu anlamına gelmez, tıpkı ağlamasının üzgün olduğu anlamına gelmediği gibi. Yüzlerimiz de dillerimiz kadar çok yalan söyler .
Bu çat ayazlarda günsüz güneşsiz
Unuttu gülmeyi nicedir yüzlerimiz
Aydınlığı kirli sislerde silik
Kan sularda yüreğimiz umut gemisi
Bir kuzey yıldızında kaldı gözlerimiz.