Albert Camus, Yabancı adlı romanında, hayatı yaşamaya değer görmeyen, ölümü bile rahatsız edici bir doğallıkla kabullenebilen, etrafındaki insanların düşünce kalıplarından uzak bir karakterin birinci ağızdan hikayesini anlatıyor.
Kitap, söz konusu kahraman Meursault’un annesinin ölümü ile başlıyor. Meursault’un bu ölüm karşısında gösterdiği soğukkanlı tutum, hikayenin kalan kısmında baş kahramanımızı tanıdıkça, olağan görünmeye başlıyor. Çünkü o, hayatı istediği, arzu ettiği şekilde yaşamakla beraber, bu hayatı sorgulamaya ve başına gelen olaylar yüzünden üzülmeye değer görmemektedir. Fakat onun bu tutumu, çevresindeki insanlar tarafından anlaşılmaz, garip hatta tekinsiz bulunur. Ve ansızın, plansız ve tamamen tesadüfi bir biçimde gelişen cinayet sonunda, Meursault hayatının kendi kontrolünden çıkıp, çevresindeki bu insanların kontrolüne geçtiğini fark eder ve kitap trajik bir hal alır.
Sade bir dille ve aslında basit bir olay örgüsüyle, ‘neredeyse tamamen nesnel’ biçimde anlatılan bu kitap, okuyucuya geçirmeyi başardığı duygularla, en az Meursault kadar garip, tekinsiz ama etkileyici bir hikaye sunuyor.
Kitaptaki en alelade görünen karakterlerin bile – buna kaybolmuş bir köpek de dahil – hikayeye ne büyük bir katkıda bulunduğunu kitabı bitirdiğinizde anlıyor, en basit cümlelerin üzerine uzun uzun düşünülecek anlamlar taşıdığını fark ediyorsunuz. Bu nedenle bir değil, birçok kez okunabilecek, Le Monde’un yüzyılın yüz kitabı listesine taşıdığı, kolay kolay ölmeyecek bir eser. Herkese iyi okumalar dilerim.