Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Abdurrahman Macid ÖZTÜRK

Şunu unutmamak lazımdır ki büyük sorunlar, beyin fırtınasıyla değil yürek meltemiyle çözülür. Bazı dertler buz dağları gibidir; yakınlarınızın sıcaklığı onların görünen kısımlarını eritir, görünmeyen kısımları da sizi… Çevreniz, sizin derinliklerinize inemez, oranın dermanı, sizi sizden iyi bilenin kudretindedir.
Reklam
Kelimelerin Hikayesi
Çerağ Kandil, mum, ışık demektir. Eskilerin çıra dedikleri bu sözcük, dilimize Farsçadan girmiştir. Çırak da aynı kökten gelir ve yetiştirilmek üzere alınan yardımcıdır. Mum ve yetiştirilmek… Erbabı olan bilir ki insan yana yana öğrenir, yana yana düzelir.
Sayfa 140
“Sevgili Dost, Kim kazandı? Atom bombasını Hiroşima’ya atan mı? Everest’in tepesine ilk varan mı ? Doksanıncı dakikada maça alan mı? Diriler mi, ölüler mi? Efendiler mi, köleler mi? Kim kazandı? Sevgili Dost, Herkes kaybetti. Ölüm kazandı. Mezar taşlarına ‘Hüvelbaki’ kazandı.”
Sayfa 96

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kimimiz bakarız, kimimiz de bakmakla kalmayıp görürüz. Konuşma dilimizde bunun farklı söz kaliplari, atasözleri ve deyimlerle ifade ederiz. Etrafımızdakiler ibret ve merhamet narıyla bakarız. Olaylara geniş bir açıdan bakamayanlara da “at gözlüğünü çıkar artık!” diye serzenişte bulunuruz. İşin aslı, farkında olalım veya olmayalım, her birleriz gözlük ya da gözlükler kullanırız. Kimimiz hipermetroplu gibi davranır; yakınımızdaki şeyleri görmez, ama işimize gelenleri görürüz. Kimimiz de miyoplu gibi davranır, uzaktakileri görmeyiz. Kimi zaman merceği ormana tutar, kuşu kaybederiz, bazen kuşa bakar; ormanı elimizden kaçırırız. Bakış açısı elde etmek, insana paha biçilemez şeyler kazandırır.
İşini, eşini, vatanını, toprağını, evladını, yaptığını seven kimse huzurludur. Yaptığına özenir. Nefes alışverişi daha derinden olur. Yorgunluğu bile ayrı bir tat verir. Bağını, bahçesini, mahsulünü seven insan, elini yıkarken bulaşan toprağı sever. Evini, ailesini, evladını seven insan, piknikte kuracağı salıncağın ipini sever. İşini, yolunu, yaptığını seven insan, gömleğinde taşıdığı kalemi sever. Kısacası muhabbet, elle tutulur gözle görülür. Sevgi yapar, yaptırır, feda ettirir, keşfettirir, ürettirir, devam ettirir. Sevgisizlik ise tam aksidir
Reklam
Tüm bunlardan dünyada iki insan ırkı olduğu sonucuna varabiliriz. Sadece iki: düzgün insanların oluşturduğu ırk ve ahlaksızların ırkı. İkisi de her yerdeydi, toplumdaki tüm gruplara sızmış haldelerdi. Hiçbir grup tamamen düzgün ya da tamamen ahlaksız insanlardan oluşmuyordu. Bu bağlamda da hiçbir grup “saf ırk” değildir.
Sandalyenin kıyısında oturanlar, belki de koltuğunu doldurarak oturanlardan daha rahattı. Hep kalkıp gidicekmiş gibi, oranın yabancısıymış gibi, oturduğu yerin geçici olduğunu vücut diliyle anlatmanın yoluydu bu. Kimisinin bütün dünyası, bir sandalye; kimisinin de sandalyesi, bütün dünya idi. Kıyısına oturan da vardı, ortasında çöken de. Sandalyeden kalkamayanlar ya hastaydı ya da…
Sayfa 20
“Küçük” olmasa büyüğün ne anlamı kalır? Zıtlar var olabilmek için birbirine muhtaçtır. Birbirine bağımlı zıtlardan oluşan bir dünyada zıt duygular da birbiriyle bağlantılıdır. William Blake’s de dediği gibi: “Sevinç ve keder birlikte dokunmuştur.” Bunu biliyorum. Çünkü hayatı sevmemin nedenlerinden biri de bir zamanlar intihara meyilli biri olmam. Yıllar boyu cehennem azabı yaşamış olmam sayesinde yaşadığım mutluluk anlarının da arttığını gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Artık kendimi ya bir şey ya da onun karşıtı olarak görmekten kaçınıyorum. Mutlu ya da mutsuz bir insan değilim. Soğukkanlı ya da korkak bir insan değilim. Mutlu-mutsuz, soğukkanlı-korkak bir insanım. Kendime hepsi olma iznini vererek yeni duygulara da açık olabiliyorum. Böylece borular tıkanmıyor. Bütün duygulara izin verdiğimizde, hiçbir duygu bizi ele geçiremiyor. Hepsine izin vermenin yolu ise hepsindeki değeri görmekten geçiyor. Karanlığın ardından ışığın geleceğini görmekten. Şu an çekilen acının gelecek umudunu içerebildiğini anlamaktan.
Sayfa 245Kitabı okudu
İnsanın kökeni ve vazife-i asliyesi hakkındaki esas gerçeklerin tekrarı ve tasdikini ortaya koyuyor olsa da İslam’ın yaklaşımında bütünüyle yeni bir şey vardır ve bu da inancın bilimle, ahlakın siyasetle ve idealin menfaatle bütünleştirilmesine karşılık gelir. Biri dış ve diğeri de içsel olmak üzere ikidünya olduğunu kabul eden İslam, insanın bu iki dünya arasındaki köprü olduğunu öğretir.bu bütünlüğün dışına çıkıldığında din, geri kalmışlığı (her türlü aktif/üretken hayatı reddetmeyi) ve bilim de ateizmi getirir.
Sayfa 23
Evrende karşılıklılık ilkesi vardır. Hegel diyalektizmi adı verilen tez; antitez ve sentez kavramlarıyla zıtların birlikteliğinden bahseder ve aslında onun bu diyalektizmi ahiretin varlığına delil oluşturur. Bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, iyilikle beraber kötülüğün de var olduğu ve var olması gerektiğini görürüz. Bunun gibi başlangıç ve son, varoluş ve yok oluş gibi zıtların uyumu evrende ilahi iradeyi görünür kılar; zulüm varsa karşılığında adalet de vardır. Bu zıtlıkların orantıları ve dereceleri belli bir uyumu oluşturur.
Reklam
Hazreti Muhammed, bundan 1400 sene evvel insanları kötü alışkanlıklardan kurtulmaları için ikna edilmiştir. Oysa günümüzde insanlığın ilerlemesi ve bilgiye ulaşmanın kolaylığı ile, insanların keramete olan itibarlarının yerini akıl gözüyle yaratıcıyı arama almıştır. Bu devrin insanları için maddi mucizelere ihtiyaç yoktur. İnsanlar, akıl yürütme yöntemleri ile yaratıcıyı bulabilirler. Bugünün mucizesi, bilimi kullanmaktır..
Biz kendimizi özgür zannetsek de bu, bize verilen frekans kodları içindeki bir özgürlüktür. Bu alanın dışına çıktığımız zaman bedel ödeyebiliriz. Bu sebeple insanlar özgürdürler ama İslam dininin ifadesiyle “Abdullah” yani “kul”durlar. Evrende hareket durunca, zaman da durmaktadır.
“Bayan” kelimesi Moğolların kullandıkları bir erkek ismidir. Hatta ünlü Timur’un “Bayan Ağa” adında bir amcaoğlu vardır. “Bayan” bir kadın adı yahut sıfatı değil, erkek adıdır. O da Türklere değil, Türklükle hiç ilgisi olmayan sarı Moğollara ve ezeli Türk düşmanlarına aittir. Onun için bugün Türk kadınına “bayan” demek “Koca Petro” yahut “Lenin” demek gibi bir şeydir.
İşleri yaratanın da yüklenenin de kendimiz olduğunu gayet iyi anlayıp onlarla uğraşmaktan ve onlar tarafından alıkonmaktan kurtulacağımız bir gün elbet gelecek. Çalışmak: birikim yapmak, hiçbir kariyer fırsatını kaçırmamak için hep pusuda beklemek, bir mevkiye göz dikmek, iş yetiştirmek, rakipleri düşünüp endişelenmek. Bunu yap, şunu görmeye git, öbürünü davet et, sosyal ilişkilerdeki baskılar, kültürel modalar, iş yoğunluğu… Her zaman bir şeyler yapmak, peki ya “olmak”? Bunu sonraya bırakırız çünkü hep daha iyisi, daha acili, daha öncelikli olanı vardır. Var olmak yarına kadar bekleyebilir. Ancak yarın da öbür günün işlerini getirir. Bitmeyen karanlık bir tünel. Ve buna yaşamak derler. Bu öylesine baskındır ki boş zamanlarda bile bu takıntılı durumun izleri görülür: aşırı derecede spor yapmak, uyarıcılar yardımıyla dinlenmek, pahalı akşam yemekleri, yoğun gece hayatı, ateş pahası tatiller. Bu tünelden insan ya melankoli ile ya da ölümle çıkar.
Yusuf,Kenan iline dönecek ,bırakın matemi. Ahırlar gül bahçesine dönecek,bırakın matemi. Bir tufan patlayıp tüm canlıları boğmaya kalkışsa; En güçlü kasırgayı bile aşacak Nuh gibi bir kılavuzumuz var, Bırakın matemi..
160 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.