Sizi, sizden habersiz ve size sormadan izinsiz, sizde bir mahrumiyet yaratan her kimse o mahrumiyetin acısını izinsiz ve hatta zamansızca bir başkasından çıkarmak boynunuzun borcu oluyor her halde. Can acısınızı, en büyük travmanızı eski bir sandığın en karanlık köşesine de gömseniz önünde sonunda bir açıklık bulup, çıkıp gün ışığında parlıyor.
Mutluluk Oyunu// Pollyanna -
İnsan kaybetmediğini şeylerin değerini anlayamıyorken aslında değeri bilenecek bazı tılsımlı şeyler de çoğu zaman olmadık başların başına geliyor hayatın olağan akışında.
Çok derin acılar çekmeden, can acınıza sabır göstermeden asla mutluluk sizi bulamıyor...
Aslında nihai amaç katlanamadığımız gündelik acılarımızı görmezden gelmek için bir "mutluluk oyunu" oynamak değil. Gerçekten mutluluğa erişmek için; mutlu olmayı istemek gerek. Ve hayatın derin çıkmazlarını anlamlandırmaya çalışırken de mutlu olmayı gerçekten istemek hiç kolay değil.
Pollyanna 'nın 'mutluluk oyunu' bir çocuk oyunu değil... İçten gelen bahşedilmiş nadide yetenek sadece.
Herkesin ışık oyunu dediği yansımalarda onun gökkuşağını görmesi gibi. Nadide, çabasız ve içten.
Bana şans getiren ve 4. kolektif kitap çalışmam olma özelliği taşıyan "Cümle Mühendisleri" başarılı bir derleme kitap oldu. Daha evvel bir deneme olan "Tahta Mandal" okuyanların; " devamı yok mu?" demeleriyle bu derleme kitapta benim kalemimle güzel bir öyküye dönüşüp can buldu.
Bazen hepimiz kendimizi; ıslanmış, bırakılmış, terk edilmiş ve sonu olmayan bir yalnızlığa düşmüş hissederiz. Bu öykümde olduğu gibi herkes hayatında bir kez bile olsa kendini bir tahta mandal zannetmiş ve onun yerine koymuştur.
Hayatta hayran olduğun diğer yarını kaybettikten sonra ve üzerine de yaşlanmışlığı ekledinğin zaman ne olur yapıtı. Sorgulama, boşluğa düşme, hatta düşüp düşüp kalkma, oyundan sıkılma ama oyunu bırakmama... Her ne olursa olsun anılarla bile olsa hayatın acımasız olan akışında yaşamaya devam etmek gerektiğini gösteren bir el kılavuzu niteliğinde olan bu kitap Auster'ın hayatından da izler taşıyor kanımca. Kapaktaki o dalgalar hem Anna'yı hayattan kopartma hemde hayatın iniş çıkışı niteliğinde ama her koşulda pembe.
İnsanın kendisiyle ve elde edebildikleriyle yetinebilmesidir belki de mutluluk. Ne kadar kazarsa dünya denilen bu çukuru o kadar dibe gider insanoğlu ve ışık ararken karanlıkta buluverir kendini. Neden olanlar bile olamaz, olmaz yanında yapayalnız bir çukurda. Güzelliğin karşısında etkilenirken tatmin hissini kaybetmemek erdem sanırım. Her yaratılmışın okuması gerek bir kitaptır bu yapıt.
Zamansız olarak nitelendirdiğimiz bu oyunu okurken gülüyoruz. Gülüyoruz çünkü komik olması yanı sıra günümüzde de bu olaylara şahit oluyor hatta bazen burada ki karakterlerden biri oluveriyoruz; isteyerek veyahut istemeyerek. Bazen Anna Andreyevna bazen Müfettiş rolü yapan ve olayı dalgaya alan biri yada dalga konusu olan İlçe Başkanı gibi. İlk basımı 1836'ta olan bu yapıtın günümüzde hala bu kadar gerçekçi olma nedeni sanırım karakterlerin değişmesi ama sahnenin aynı kalmasıdır.
Bir deneme yazarının, hayat karşısına alıp gördüklerini açık sözlükle hiç bir sanat kaygısı olmadan yazmasıdır bu eser. Bu noktaya geleceğini oda bilmiyordu çünkü öyle bir kaygı gütmüyordu. Bazı okurlar çok kaotik, iç bunaltıcı yada çok sert bir dil diyebilir ama hayat bu değil mi zaten? Sanırım önemli olan da o kaotikliğin içinden yaşama sevinci çıkartabilmek. O bulanalım ve varoluş sancıları içinden iyiyi görüp ona gerçeklikle tutunabilmek. Her hangi bir göz boyaması olmadan. Gerek duymadan cesurca ve cesaretle.
Felsefeyi severim diyorsanız, belli bir alt yapı da varsa, birşeyler biliyordum ama unuttum gibi diyorsanız tam bir örümcek ağı alma kitabı bu. Hatırlatıcı ve kalın bir felsefe kitabında altı çizilecek o önemli yerlerin deftere dökülmüş hali gibi diyebilirim.
Melek Zehra Balcı İçeriğine bendinizinin de eklediği “Manşet Boşlukları” adlı öykümünde yer aldığı bu kollektif kitap gerek basımıyla gerekse yazar kadrosuyla gayet başarılı olarak sonuçlandı. İçeriğinde okuyucusuna; öykü, deneme ve şiir biçiminde seçenekler sunan bu kollektif kitap konu itibariyle benim adıma hep özel ve derin kalacaktır.
İphigenia son perde de Thoes'a; "Versin tanrılar yaptıklarının ve yumuşak huyunun karşılığında hak ettiğim ödülü." diyor ve sonunda kavuşuyor isteğine ama bana kalırsa zamansız olarak benlikten öteye gidiyor kalbimizdeki iyiliğin yansımaları. Belki de İphigenia'nın yansımasıydı gördüğü iyilik, yada sadece bir donuş yetti Thoes'a. Sonuç olarak yansıma bu iyi oluş hali.
Beş ciltli eser olan Mahpus’un bir parçası olan ’Kıskançlık’; adete ‘seven kıskanır’ düsturunu destekler nitelikte. Aşkı yaşayan yada daha evvel aşkı tatmış her erkeğin okuması gereken bu kitabı, erkeğinin davranışlarına anlam veremeyen kadınlarında okuması gerek. Tam sessizlikte ve her cümlenin kavranarak okunması gereken bir klasik Fransız Edebiyat yapıtı.