Hayatın olağan akışıyla yaşıyoruz, hepimiz çoğu zaman etrafımızda olan bitenin farkına varmadan kendi dünyamızda kayboluyor ve her şeyimiz ezber haline geliyor. Raif Efendi de böyle bir hayat sürdürüyordu, adeta ölmek için yaşıyordu içinde bulunan tüm sıkkınlığıyla. Daha sonrasında ise hayatını değiştirecek o hissi tadıyordu: aşkı. Hayat artık her şeyiyle onun için anlam taşıyordu. Ama herkesin korktuğu gibi, o da hayatın karanlık yüzüne maruz kalıyor, aşkından ayrı kalıyor, bir daha kavuşamamak üzere. Bu seferse hayatı her zaman kinden daha manasız, hatta hayat olmaktan çok uzak bir hal alıyor ve yine ölmek için yaşamaya başlıyor. Bütünüyle kendini kaybediyordu.
Sebahattin Ali, aşkı bulmayı ve kaybetmeyi çok güzel tanımlamış: "Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra ben dünyada ancak bir kof ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim."
Hayatta deneyimlenebilecek en anlamlı hislerden birisi aşktır ve "Kürk Mantolu Madonna" size bu aşkın neler yaşatabileceğini çok güzel anlatan bir kitap. Gerçek bir klasik.
Yürüyoruz, ufku belirsiz, karanlık bir yolun kenarında. Her adım attığımızda, bu ufuk daha da daralıyor, suyun hızla aktığı ve basıncın arttığı bir darboğaza benziyor. Hayat bizi bilmediğimiz gelecek yollarına sürüklüyor, uzaklara fırlatıyor. Ancak bazen, çıkışları yakalayarak ufuklarımızı genişletebiliyoruz. Tam o anda, kaygılarımız bizi geriye doğru çekiyor, suyun o dar yerinden hızla akıp bizi geri fırlatıyor. Dertlerle suyun karıştığı, ruhumuzu ele geçiren bir yerde buluyoruz kendimizi.
Belki de insanlar birbirini hiç tanımaz, ama yaşadıkları ortak duyguları birbirlerine hissettirebilirler. Öyle bir bağ kurarlar ki, kendilerini tamamlanmış hissederler. İşte o zaman gerçek sevgi doğar.
Bu evrenin bizi uyardığı en önemli şeylerden birisi bence insanların duygusal bağlarını kaybetmeleri. Bir insan duygusallığını yitiriyorsa, hayatta kalmaya çalışan bir hayvandan başka herhangi bir şeye benzeyemez. Her ne kadar bizi biz yapan zekamız olsa da, o zekayı işlevsel kılan duygularımızdır. Merak duygusu olmasa felsefe ortaya çıkmazdı,