Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Müderris İdris

Reklam, tüketim kültürüyle kuşatılmış birey için gündelik havatın kılavuzu gibidir. Bireyin düşüncesinde hayata ilişkin her şey bedeli ödenerek satın alınabilir şeklinde bir imaj oluşturmaktadır. Bu bağlamda reklam sadece bireyleri ikna eden bir araç olmanın ötesinde gündelik hayatın her alanında vardır. Reklam, sadece bir tüketim ideolojisi sunmakla kalmamakta; tüketiciye kendini, tercihler yoluyla gerçekleştiren, varlığını hissettiren ve kendi imgesiyle örtüşen tüketici ben'in bir tasarımını da sunmaktadır. Featherstone'un konuya ilişkin tespiti şöyledir: Reklam endüstrisi tarafından 1920'li yılların sonunda devralınan yeni tüketim etiği, anı yaşamayı, hedonizmi, özdışavurumu, beden güzelliğini, paganizmi, toplumsal yükümlülüklerden bağımsız olmayı, uzak yerlerin egzotizmini, üslup geliştirmeyi ve hayatın üsluplaştırılmasını coşkuyla selamlamaktaydı”.
Reklam
Klasik köleliğin zamanımıza özgü olan türünün en yaygın biçimini emeğin ve bedenin sömürüsü oluşturmaktadır. Çocuk işçiliği, çocukların dilenmeye zorlanması, çocukların zorla evlendirilmeleri, emek gaspları süregiden köleliğin yaygın bazı biçimlerini teşkil etmektedir. Modem zamanlardaki klasik biçimli kölelik yoksulluk adı altında üzeri örtülüp gizlenmektedir. Kölelik ile yoksulluk iç içe sokularak, köleliğin ağır olumsuzluğu yumuşatılmakta, yoksulluk ise bazen hak edilen bazen de geçici bir şeymiş gibi takdim edilerek zihinlerde meşrulaşurılmaktadır. Hâlbuki bugün insanlığın önemli bir kısmı biyolojik anlamda bile hayatını sürdüremeyecek kadar yoksullaştırılmış durumdadır. Bu yoksullukla da dünün kölelerinin dahi sahip olmadığı olumsuz yaşama koşullarını sürdürebilmenin çabası içerisinde yer almaktadırlar. Bugün Dünyada 7 milyardan fazla insan yaşamaktadır ve FAO verilerine göre dünya nüfusunun yaklaşık %33'ü gıda güvencesinden yoksundur. Başka bir deyişle 2,4 milyar dolayında insan ya açtır ya da açlıktan ölüm korkusu yaşamaktadır. Celaleddin Vatandaş, Modern Çöküş
Esasen herkes her an ya çevresi ya da medya üzerinden klasik biçimiyle varlığını sürdüren köleliğe her an bakıyor; hatta o köleliğe bir şekilde destek bile veriyor; ama köleliğin yok olduğuna öyle inandırılmış durumdalar ki, baktıklarını görmüyor; baktıklarını olduğundan farklı algılıyorlar. Modernitenin bu konuda gerçekleştirdiği illüzyon

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Zaman geldi kölelik yasal olarak kalktı ve yasaklandı. Bu ise modem zamanlarda gerçekleşti. Modem kültürün pek gururlanarak ifade ettiği üzere, insanlar artık kölelerin olmadığı bir dünyada yaşıyorlar; bugünün dünyası herkesin özgür olduğu bir dünyadır. Buna göre gerçekleşen değişim radikal düzeydedir. Artık ayakları ve elleri zincirle bağlı bir şekilde bedeni köleleştirilmiş insanlar yok; istemediği halde efendisinin yatağına giren ve efendisinin cinsel fantezilerine araç olan kadınlar yok; savaşa efendisinin adına katılıp ölenler yok; efendisini eğlendirmek için aç aslanlarla savaşan, arenalarda birbirlerini parçalayan gladyatörler yok... Acaba gerçekten öyle mi? Modemitenin her fırsatta dile getirmekten pek hoşlandığı üzere, modem zamanlarla birlikte kölelik gerçekten yok oldu mu? İnsanlar, insanlık onurunu yok eden, aşağılayan kölelik belasından kurtuldular mı? Modemite, dinlerin yapamadığını yapıp, köleliği yeryüzünden silip attı mı? Hayır, maalesef hayır; kölelik yok olmadı, insanlık kölelik belasından kurtulamadı. Dün farklı gerekçelerle ve rızaları olmadan bazı insanlar köleleştirilirken, bugün de aynen köleleştiriliyorlar. Modernite insanlığı köleliktenkurtarmış değildir. Hatta biçim ve niteliğiyle dünkünden farklı ” kölelik türleri üretmiştir. Celaleddin Vatandaş, Modern Çöküş
Sayfa 21 - AçılımKitabı okuyor
Avrupa'da Köleciliğin Felsefi Temelleri Avrupa tarihinde köleciliğin oldukça sağlam felsefi temellere sahip olmasının örnekleri çok fazladır. Modernitenin inşa olduğu zamanların hemen hemen tüm ünlü filozofları köleciliği bir şekilde onaylamışlardır. Örneğin Hegel (1770-1831) siyah derili insanların medeniyeti öğrenebilmeleri için
Reklam
Köleciliğin yakın tarihteki en önemli örneğini Amerika'daki kölecilik oluşturmaktadır. Amerika'da yerli halka yönelik uygulamaya konan etnik kıyım politikaları ile koca kıta eski meskünlarından temizlenirken, diğer yandan da Afrika'da ele geçirilen insanlar köle olarak Amerika'ya getirildiler. Özellikle Portekiz ve İspanyol tüccarlar kıtalararası bu insanlık dışı ticaretin failleri oldular. Kıtalararası çalışan bu tüccarlar, sadece - pamuğu, keresteyi, fildişini alıp satmakla yetinmeyip, insanı da bir ticari mal haline getirdiler. Afrika'dan topladıkları insanları ailelerinden, toplumlarından koparıp Amerika'ya götürdüler ve bu kara derili insanları beyaz patronlara, tıpkı bir mal gibi para karşılığında sattılar. Celaleddin Vatandaş, Modern Çöküş s. 15
Çok zengindiler. Güçlüydüler. Bilgide çok ileriydiler; bilim ve teknolojide müthiştiler. Diğer insanlarla karşılaştırdıklarında kendilerini çok farklı ve değerli buluyorlardı. Şımardılar; hak-hukuk tanımaz oldular. Kendilerini her zaman haklı, başkaları ise her zaman haksız bulmaya başladılar. Durumun farkında olan birisi, gidişatın yanlışlığı konusunda kendilerini uyardı: Yapmayın. Aklınızı başınıza alın. Durumunuzu düzeltin dedi. Ama söz dinlemediler. Durumlarını değiştirmeye hiçbir şekilde yanaşmadılar. Üstelik uyaranı yanılmakla, akılsızlıkla suçlayıp; hak, hukuk, adalet, ahlak gibi şeylerin modası geçmiş saçmalıklar olduğunu savundular. Uyarıcı, Gidişatınız kötü, düşünceleriniz yanlış; kendinizi mahvedeceksiniz. Felaketin bulutları üzerinizde dolaşıyor ama görmüyorsunuz, görmek istemiyorsunuz. Felaket gelince hiç olduğunuzu anlayacaksınız; o zaman biliminiz, zenginliğiniz, gücünüz, imkânlarınız hiçbir işe yaramayacak dediyse de aldırmadılar. Saçmalama, bize kim ne yapabilir. Gücümüz karşısında kim durabilir? Üstelik biz yanlış iş yapmıyoruz, bunları elde etmek için nice emekler sarf ettik dediler. Ve bir gün ufku bulutlar sardı. Güldüler. Uyarıcıya gülüp; sen azaptan bahsediyorsun, hâlbuki bunlar rahmet dediler. Ama yanıldılar; rahmet dedikleri felaketti. Bir anda her şey alt üst oldu. Sanki tüm yaşananlar bir hayaldi. Kendilerinden geriye hiçbir şey kalmadı. Hiç yaşamamış gibi oldular. Celaleddin Vatandaş, Modern Çöküş
Bu dünyada hiçbir düşmanım yok, çünkü en çetin kavgaları kendi içimde yaşıyorum. Kendim varken bana zarar vermesi muhtemel bir başkasına ihtiyacım yok.
Ağrılar, sızılar, kederler izafidir; kıyasla artıp azalırlar. Kıyas ortadan kalktığında, keder dahi bir saadet türü olur. Çektiğimiz acıların büyüklüğü, biraz da acı çekmediğimiz günlerle yaptığımız kıyas yüzündendir. Kederimizi arttıran, kedersiz zamanlarımızla yaptığımız mukayesedir. Sonradan kör olan bir ressamın görmemekten çektiği acıyla, doğuştan ama olan birinin çektiği acı, her ikisi de şimdi göremiyor olmalarına rağmen, aynı olabilir mi? Doğduğumuz günden beri bu acıları çekiyor olsaydık, şimdiki mevcudiyetine rağmen belki onu hissedemeyecek, hatta alışarak ondan lezzet almaya başlamış olacaktık. Acımızı arttıran, acıya karşı dayanma gücümüzü azaltan, ıstıraplarımızın ateşini yükselten eski mutluklarımızla yaptığımız kıyaslardır.
Sayfa 22 - hayykitapKitabı okuyor
Yaratan Rabbinin Adıyla Oku! Hira, Mekke'ye bakan bir dağın tepesindeki küçük bir mağaraydı. Yirmi üç yıl sürecek bir yolculuk bu mağaranın içinde başlamıştı. Hikâye, “Oku! diye seslenen yüce bir hitapla başlangıç bulmuştu. Bu hitaba Hz. Peygamber, “Ben okuma bilmem." diye yanıt vermişti. Bu sözün karşılığı ise şu şekildeydi: “Yaratan
Reklam
Ölçümüz Allah’ın sözleri değil, etrafımızdaki insanlar. Böyle olunca bahaneden bol bir şey yok! Allah’ın bize karşı iyi, merhametli, hoşgörülü ve cömert olmasını bekliyorken acaba biz bu beklentilere uygun bir hayat yaşıyor muyuz? İnsan hastalanır, saçı ağarır, beli bükülür, temizlenmese kötü kokar ve ölümlüdür ama yine de “Hayat benim, dilediğim gibi yaşarım” der.
İstanbul YayıneviKitabı okuyor
İnsanlar: ‘Bu kadar kötü varken ben yine iyiyim’ der. Kur’an ise uyarır: Baksana şu nefislerini temize çıkartıp duranlara! (Nisa Suresi 49). Çoğu insan Müslümanlığı bir kimlik gibi taşır, “Allah var” der yok gibi yaşar, Kur’an’a iman eder ama ondan haberdar olmaz. Örneğin Müslümanlar olarak Kur’an’ı çok severiz ama “Öyle uzaktan uzaktan, hiç dokunmadan; nasıl da sevdik seni Kur’an” dercesine onunla aramıza mesafe koyarız. Bir insan Allah’a inanmasına rağmen O’nun sözlerini dikkate almadan nasıl yaşar? Nasıl hiç haberi olmaz Rabbinin ne söylediğinden? Her şeye vakit bulan insan, okunup anlaşılmayı en çok hak eden Kur’an’ı nasıl olur da açıp okumaz ve anlamak için az da olsa vakit ayırmaz?
İstanbul YayıneviKitabı okuyor
Her şeyden önce doğru bir Allah, din ve peygamber tasavvuruna sahip olmamız gerekmektedir. Şayet aklımızı devre dışı bırakarak, Kur’an’ın Allah, din ve peygamber tasavvuruna bakmazsak, din adına uydurulmuş şeyleri dinden sanarak onlara inanmamız ve onları savunmamız kaçınılmaz olacaktır. Çünkü hem Allah’ın yaratılıştan bize vermiş olduğu akıl ayetini hem de aklımızı kullanarak anlayıp kavramamız gereken vahiy ayetlerini hiçe sayarak doğru ve sağlıklı bir din anlayışına sahip olamayız.
Sayfa 17 - İstanbul YayıneviKitabı okuyor
Din, insan içindir; insan din için değildir. Ancak bu gerçeğin üzeri örtülünce, dinin doğası bozulup gönderiliş amacının dışına çıkarılınca, insani görüş ve anlayışlar, Allah’ın hükmünün önüne geçirilip özünden uzaklaştırılınca, problemlerimize çözüm olması gereken din, en büyük problemimiz haline getirilmiştir. Allah’ın varlığı ya da dinin gerekliliğini şüpheyle karşılamanın, inkâr etmenin ya da gerektiği gibi dikkate almadan yaşamanın temel nedenlerinden biri, din adına uydurulan şeylerin, gerçek dinin önüne geçirilmiş olmasıdır.
Sayfa 15 - İstanbul YayıneviKitabı okuyor
İnsanlar, bu dünyada asıl yurtlarına doğru deniz yolculuğu yaparken bazı ihtiyaçlarını temin etmek üzere bir adaya uğrayan yolcular gibidir. Bu yolculardan bir kısmı ihtiyaçlarını giderip hemen gemiye döner ve en rahat yerlere otururlar; bazıları adanın güzelliklerine kapılıp oyalanırlar, bu yüzden gemiye geç geldikleri için hem uygun yerler bulamazlar hem de adadan topladıkları çiçekler, kıymetli taşlar yolculuk boyunca başlarına dert olur. Bir grup ise gemiyi büsbütün unutarak tabiatın çekiciliğine kendilerini kaptırır ve geminin kalktığını bile fark edemezler; sonunda acılar içerisinde kıvranarak ölürler. İşte dünyanın çekiciliğine kapılarak ölümden sonraki hayatı unutanların akıbeti budur. KİNDİ
384 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.