Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

S.B

S.B
@Sezginb
lisans
60 okur puanı
Ağustos 2017 tarihinde katıldı
“Ve Anneniz karşınızda oturuyorsa, oturduğunuz yer tam olarak cennettir.” Cahit Zarifoğlu
Reklam
    Engels'in olağanüstü geniş bir bilgisi vardır. Hiçbir şey ona yabancı değildir; doğal tarih, kimya, botanik, fizik, filoloji (yirmi dilde dili döner diye yazıyordu Figaro 1870'te), ekonomi politik ve last but not least,[7*] askerî taktik. 1870'te, Fransız-Alman savaşı sırasında Engels'in Pall Mall'de yayınladığı makaleler dikkati çok çekti, çünkü bunlarda Sedan muharebesini ve Fransız ordusunun bozgununu önceden bildirmişti. Ona "general" lakabının takılması, bu makalelerden sonradır. Kızkardeşim ona "General Staff' derdi. Bu lakap yerleşmiş kalmıştır ve o gün bu gün, Engels, bizim için "general"dir. Bugün bu lakabın daha geniş bir anlamı var: Engels, işçi ordumuzun generalidir.
Kant'a bir dönüş yapıyoruz. Bu, Saf Aklın Eleştirisi'ni karıştırmanın, okumanın ve yeniden okumanın bir vesilesi olsun. Bu eleştiri fikriyle felsefede vuku bulanın olağanüstü bir olay olduğuna hiç kuşku yok. Oraya yeniden dönüyoruz -söyleyeyim ki, çok uzun bir zaman önce okumuştum, sonra bıraktım okumayı ve sizin için yeniden okudum: Bu, ne olursa olsun, tam anlamıyla boğucu bir felsefe. Aşırı yoğun bir atmosfer, ama iyi dayanırsanız -ve her şeyden önce önemli olan anlamak değildir zaten, önemli olan bu adamın, bu filozofun, bu yazarın ritmini yakalamaktır. Eğer sağlam durursanız, üzerimize çöken bütün bu kuzey sisi dağılır ve altından şaşkınlık verici bir mimari çıkar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Fizik yapı bakımından canavarlar bulunduğu gibi, akıl ve ruh yapısı bakımından da canavar olanlar bulunamaz mı? Yüz ve beden kusursuz olabilir, ama bozuk bir gen ya da yumurta, fizik canavarların doğmasına yol açtığı gibi, aynı nedenler bozuk bir ruhun oluşmasına da yol açamazlar mı?
Nisan ayının soğuk, ama açık bir günüydü; saatler on üçü gösteriyordu. Yıldırıcı esen rüzgârdan korunabilmek için çenesini göğsüne gömmüş olan Winston Smith, hızla Zafer Konağının camlı kap ından içeri süzüldü; ama bir toz bulutunun da kendisiyle birlikte içeri dalmasına engel olabilecek kadar çabuk davranamadı. Hol, kaynamış lahana ve eski paçavra kilim kokuyordu. Ev için oldukça büyük, renkli bir poster, dipteki duvara asılmıştı. Posterde, özenilmeden yapılmış, bir metreden daha geniş, koskocaman bir yüz resmi vardı: Kırk beş yaşlarında, siyah gür bıyıklı, sert çizgileriyle bir erkek yüzü. Winston merdivenlere yöneldi. Asansöre binmeyi denemenin bir yararı yoktu. En iyi zamanlarda bile çalıştığı seyrekti; üstelik son günlerde elektrik kısıntısı vardı. Nefret haftasına hazırlık nedeniyle ekonomik önlemlerin bir parçasıydı bu. Daire yedinci kattaydı. Otuz dokuz yaşında olan ve sağ ayak bileğinin üstünde bir varis ülseri taşıyan Winston, yolda birkaç kez dinlenerek, ağır ağır çıktı merdivenleri. Her katta asansörün karşısında asılı olan poster, kocaman yüzüyle ona bakıyordu. Gözleriyle insanın hareketlerini izliyormuş gibi yapılmış resimlerdi bunlar. Resmin altındaki başlıkta: BÜYÜK BİRADERİN GÖZÜ SENDE, yazılıydı.
Reklam
Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
İnsan kafasındaki zaman kavramı, garip ve çelişik bir konudur. Olaysız ve tekdüze geçen zaman, insana, bitmez tükenmez gibi gelir diye düşünülür. Akla yakın olan da budur, ama gerçek öyle değildir. Asıl durgun, olaysız günler hemen geçiverir. İlgiyle beneklenen, trajik olaylarla hırpalanan, sevinçle çatlayan anlar, belleklerde derin izler bırakır. Gerçeğin böyle olduğunu, düşününce siz de kabul edersiniz. Olaysız geçen zamanın bağlanacağı nirengiler yoktur. Hiç ile hiç arasında geçen zaman, zaman değildir
Babası, Joe’nun hiçbir işi başaramadığını görünce, çaresizlik içinde, altmış koyunun çobanlığını verdi ona. Bundan daha kolay bir iş olamazdı. Üstelik öyle bir ustalık da gerektirmiyordu. Bütün yapacağı şey, koyunlarla bir arada bulunmaktı. Ama Joe onları kaybetti, altmış koyunu kaybetti. Kurumuş bir dere yatağının gölgesine sığınan koyunları bulamadı. Ailenin anlattıklarına bakılırsa, bir gün Samuel, kız erkek bütün aileyi bir araya toplamış ve onlardan, kendisi öldükten sonra Joe’ya göz kulak olmaları için söz almış. Yoksa Joe mutlaka açlıktan ölürdü, diyorlar.
Yol üzerinde kirli elbisesiyle işçi olduğu her halinden belli olan deniz kokulu gariban genç utana sıkıla içeri girdi. Şapkasını başından kaba bir hareketle çıkardı, evirip çevirdi. Nereye koyacağını bilmeyen tavırlarla, önce ceketinin cebine sokmaya çalıştı, olmadı; sonra masanın üzerine koymaya yeltendi, yine olmadı. İşte bu sırada diğer adam, sanki onun sıkıntısını hisset-mişçesine şapkayı sakin, doğal bir şekilde elinden alıverdi. Kayıtsızca yapılmış bu hareketi kaba saba delikanlı çok beğenmişti. "Halden anlıyor" diye düşündü, "Bana epey yardımı dokunacak
Geri17
114 öğeden 106 ile 114 arasındakiler gösteriliyor.