En kötü yazar kendine karşı içtenliği olmayandır. Kendine karşı içten olmayan hem kendini, hem de kendi dışındakileri kandırır. Bu nedenle içimde hissetmediğim, bilincimin kabul etmediği hiçbir şeyi yazmak istemiyorum, yazmıyorum.
Size itiraf etmem gerekiyor: İnsan Olması Engellenmiş İnsan kitabını ne zaman okusam yüreğim ıstıraplı yollarda kendi
Diyelim ki kardeşlerinle karşılaştın ve hepiniz önceden kafanızı o kâğıt kalabalığının arasına soktunuz. Herkes kafasında aynı şeyleri taşıdığı için, birbirinize anlatacağınız yeni özel bir şey kalmaz. O zaman ya karşılıklı susarsınız, ya da kâğıtta yazılı olanları tekrarlayıp durursunuz. Ama, kutlanan bir şenliği, yas tutulan bir acıyı kendi gözlerinizle görmeyip, başkasının ağzından anlatıldığı gibi öğrenince, her zaman bir şeyler eksik kalır.
Her dakika başı burnunu çeken sümüklü bir adam oturdu yanıma. Uçak havalandı. Umutlarımı geri kazandığım topraklara veda ederken yanımda oturan sümüklü adama baktım. Eski müdürümü anımsatıyordu bana. Rezil hayatının farkındaydı ama etrafındakilere lüks içinde yaşayan mutlu bir adam rolü yapmayı seviyordu hostesten bir kadeh şampanya isterken. Bana
İnsan, nasıl göründüğüyle çok ilgili bir varlık. Hepimiz çevremizdeki insanlara daha duyarlı ve ahlaklı görünmek istiyoruz. Başkalarının gözünden, bu dünyadaki varlığımızın doğruluğuna dair bir teyit okumak istiyoruz. Hislendiğimizi ve acı çektiğimizi göstermek istiyoruz, birileri bizi de kayda alsın, kendi üzerimizden anlattığımız bu acıdan bize de bir samimiyet puanı versin istiyoruz. Oysa yas zamanları sükûtun konuşmaktan daha kıymetli olduğu zamanlardır. Oturup kayıplarımız üzerine düşünmenin, canlarını yitiren kardeşlerimizin, kocalarını ve babalarını yitiren ailelerin ve maalesef ruhunu yitirmiş olan bizlerin üzerine düşünmemiz gereken zamanlar. Sessizliğin kelimeleriyle ruhumuzu onaracağımız zamanlar. Kalbimizi acıyı içeriden yaşamış olanın sözüne açıp, bizim sustuğumuz zamanlar.
Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazan o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun Ihsan Efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı.
Kuşkusuz, yazamamanın acısını duyuyordum : okumak, sürekli okumak azaltmıyordu bu acıyı, yoğunlaştırıyordu gitgide : ya hiç yazamazsam, diye uykum kaçardı.
Sayfa 12 - Edebiyat Dergisi yayınları, beşinci basımKitabı okudu