Karides, pavurya, taze badem satıcılarını gördü.
Kendini Büyük Ada'da, o rüzgârlı kıyıda, sahil lokantalarında, babası, babasının arkadaşlarıyla gördü, sessizce oturuyor, içinde hiçbir tutku uyanmadan, çırpıntılı denize bakıyordu. Kendisini, geçitinin üzerindeki vitraylardan yağan ışıkta, Avrupa Geçidi'nin küçük, donuk heykelleri önünden geçerken gördü; heykeller, dükkânları birbirinden ayıran bölümlere yerleştirilmişti ve tepeden, sarılı, pembeli bir ışık vuruyor, duvarların koyu sarısına uygun görüntüler yaratıyordu. Selim, kendisini, Düğmeciler Pasajı'nın, küçük taşlarla örülmüş döşemesi üzerinde gördü. Sabahın sessiz bir vaktinde, komşu kiliselerin çan sesleri geliyor, birkaç tombul kadın sesin geldiği yöreye doğru gidiyordu. Selim, ara sokakları, ara sokaklardaki Protestan, Katolik, Gregoryen, Ortodoks kiliseleri, küçük tapınakları, sarnıçları, şapelleri düşündü. Arkada, dar bir sokakta, minnacık bir avluya açılan bir Rum meyhanesini, meyhanenin iri kıyım garsonu Vasil’i gördü. İçerde, yukarıya çıkan merdivenin dibindeki laternayı düşündü. Avluda, açık duran demir kapıyı, kapının iki yanında, yaşlı, hastalıklı Rumları, daracık, pis sokağı, karşıda, küçücük bir dükkânın önünü sulayıp, akşamüzeri serinliğinde orada oturanları gördü.