Bir solukta okudum ama yine de doyamadım. Şahane bir romandı. 8 saatlik bir film izliyormuş gibi her cümlesi kafamda oynadı durdu.
Gatsby, kendi kaderini kendi tayin etmeye çalışan bir aşık - aşk doğru kelime mi bilmiyorum, bu incelemeyi sıcağı sıcağına yazarken üzerine çok düşünmedim ancak saplantı ile aşkı karıştırma olasılığım vardır- Ve Daisy... üzerine neler diyebilirim ki? Şuan değişen ruh halinle en güzel kumaştan, beyaz elbiselerinle ağlasan veya gülsen neye yarar? Sen bir karmaşasın ve bu seni Daisy yapan en önemli özellik.
Anlatıcımız, dürüstlük abidesi Nick'imiz, roman boyunca senin kendine has beyefendiliğin ve iyimserliğin bu kargaşada deva oldu bana ve çok iyi bir dost oluşun, sadece dostunun yaşarken değil ölümünde de yanında olma çaban bende sana sarılma hatta senden hisse senedi alma hissi uyandırdı.
Ah o ışıl ışıl ev, dolup taşan konuklar... Birden hazan yelleri esen boşluğa dönüşümün beni en çok üzen şey oldu.
Romanda 1920'li yılların Amerika'sı çok güzel işlenmiş, okurken olayları ve karakterleri bir yere otutturmakta bu yüzden hiç zorluk çekmedim.
Bize böyle bir roman bıraktığı için F. Scott Fitzgerald'cığıma çok teşekkür ediyorum. İçimi buruk bıraktığı için gönül koyma hakkımı da kullanıyorum. Hazır içim burulmuş hüzün kuşları şakıyorken kapanışı romanın son cümlesi ile yapıyorum ;
"Böylece akıntıya karşı kürek çekerek, durmaksızın geçmişe doğru sürükleniyoruz."
İyi okumalar.