Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
SEVDAN BENİ Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım, susuz kaldım, Hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun, Can paramparça... Ve ellerim, kelepçede, Tütünsüz, uykusuz kaldım, Terketmedi sevdan beni...
Sayfa 13
Aşk beni arif etti, inceltti zarîf etti Ben aşkı bilmez idim, aşk beni tarif etti Mevlâna Celâleddin-i Rûm î
Reklam
"1944-1945 Irkçılık-Turancılık Davası" adlı tefrika da Orkun'un üçüncü sayısında yayımlanmaya başlamıştır. Tefrika, dava hakkında bire bir tanıklığa dayanan ilk teferruatlı çalışmadır. Derginin 7. sayısının (17 Kasım 1950) son sayfasında tefrikanın “kısım kısım ayrı arkadaşlar” tarafından yazılacağı, girişin Atsız tarafından
1950-1960 YILLARI ARASI. 1950'li yıllar. Tek parti iktidarından kurtulmanın sevinci yaşanırken kültür ve eğitimin başıboş bırakıldığı yıllar. Soğuk savaş yılları NATO'ya giriş ve ABD'ye tam bir teslimiyet. Türkçülerin ümitleri yine boşa çıkıyor, hayaller kırılıyor. Ekonomik kalkınma, yollar, fabrikalar... Fakat köylerden şehirlere
09 Eylül 1946 tarihinde Atsız, mahkemeye bir dilekçe göndererek Cihat Savaşfer'in ifadesinin işkenceyle alındığını, işkence yerlerinde mahkemenin teftiş yapması gerektiğini bildirmiş, ancak hâkimler bu talebi reddetmişlerdir (Küçükalcan 2016a: 223). Dava 29 oturum sürmüş ve 31 Mart 1947'de sona ermiştir. "Duruşma hâkimi Albay Şevki Mutlugil'in okuduğu karar özetinde 3 Mayıs 1944'te yapılan ve davaya mebde olan nümayişin, Ankara gençliğinin sırf milli duygularından doğduğu" belirtilmiş ve "bu nümayiş, millî bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir." denilmiştir. Kararda hükümet darbesi kastının bulunmadığı, "mantıken de buna imkân olmadığı" ve iddiaların aksine sanıkların "millî bir gaye için çalıştıkları” belirtilerek hepsinin beraat ettikleri belirtilmiştir (Deliorman 2013: 80). 01 Eylül 1947 tarihinde Arif Türkdoğan'a yazdığı mektupta davanın bitişiyle ilgili olarak Atsız şunları söylüyor: "Gerçi beraat ettik. Fakat dâva henüz bitmedi. Biz 17 Mart'ta beraat etmiştik. Sıkıyönetim Kumandanlığı, bu beraat kararını 24 Nisan'da temyiz etti. Askeri Yargıtay henüz bir karar vermedi." (Hacaloğlu 2013: 34).
Mağlup mu desem, mahçup mu? Ama ikisi de değil, Ben garip, sen güzel, dünya mutlu… Öyle tuhafım bu akşamüstü, Sevgilim, canavar götürür gibi İki yanım, iki süngü… (Ahmet Arif)
Sayfa 79
Reklam
...DP büyük bir çoğunlukla iktidara gelmiş ve 27 yıllık CHP dönemi sona ermiştir. 22 Mayıs 1950'de Celal Bayar cumhurbaşkanı, Adnan Menderes başbakan oldu. Atsız'ın hocası Fuat Köprülü Dışişleri Bakanı, Milli Türk Talebe Birliği'nin eski başkanlarından Tevfik İleri Ulaştırma Bakanı idi. Birkaç ay sonra, 11 Ağustos'ta yapılan
"Prof. Edward Weisband, 1974'te yayınlanan '2. Dünya Savaşında İnönü'nün Dış Politikası' adlı eserinde, İnönü'nün 'Atsız'ın yayınladığı mektupların hazırladığı fırsatı kaçırmak' istemediğini yazıyor ve şöyle devam ediyor: 'İnönü'nün (bu yolla) Sovyetleri yatıştırma çabası yine de başarısızlığa uğradı. İnönü, Turancıları ezerken... Sovyetlerin Türkiye'ye karşı takındığı tutumu etkilemek istemiş. Ancak bunda da hayal kırıklığına uğramıştı. Ruslar Turancıların yargılanmasını maskaraca bir oyun olarak nitelendiriyorlardı.' (s. 320). 1944'te bir makale yayınlayan İngiliz Review dergisi ise, Türkçü tevkiflerini Ankara hükümetinin 'Moskova'dan iyi not alma' çabasına bağlamaktaydı (15/11.1944, sayı: 37, sayfa: 181). C. W. Hostler de, 1952'deki yazısında ve daha sonra 1957'deki kitabında bu hareketi İnönü'nün 'Sovyetler Birliği'nin gözüne hoş görünmek' diye niteliyor (Trends in Pan-Turanism. Middle Eastern Affairs, Ocak 1972; c: 3, sayı:1)" (Türkkan 1988: 185). 01 Eylül 1947 tarihinde Arif Türkdoğan'a yazdığı mektupta davanın bitişiyle ilgili olarak Atsız şunları söylüyor: "Gerçi beraat ettik. Fakat dâva henüz bitmedi. Biz 17 Mart'ta beraat etmiştik. Sıkıyönetim Kumandanlığı, bu beraat kararını 24 Nisan'da temyiz etti. Askeri Yargıtay henüz bir karar vermedi." (Hacaloğlu 2013: 34). .... Atsız da 23 Temmuz 1946'da yazdığı mektupta "Bizim davamız, Ruslara kompliman yapmak yüzünden çıkmıştı." (Hacaloğlu 2013: 33) diyerek aynı görüşte olduğunu belirtir.
Atsız, Irkçılık-Turancılık Davası'ndan yargılanırken hakkında bir dava daha açılmıştı. Orhun dergisinin 15. sayısında Şakiroğlu Canip Sıtkı adlı bir öğrencisinin yazdığı "Türk Kızı Ağlasın...” başlıklı yazı yüzünden. Yazı, İkinci Dünya Savaşı sırasında Isparta'ya mülteci olarak gelen İtalyan askerlerinin şımarıklığından ve Isparta
Atsız'ın o yıllardaki ruhi durumu hakkında Yağmur Atsız'ın yazdıkları da ilgi çekicidir: "Atsız tahliye edildikten sonra, anlaşılabilir sebeplerden ötürü çok asabîydi. Zâten muhakeme de devam ediyordu. Normal olarak ne içkiye ne sigaraya pek bir düşkünlüğü olmuştur. Fakat o aylar sürekli olarak hem rakı hem sigara içerdi." 44 Vukuâtı' elbet bütün o bâdireleri yaşayanlar üzerinde ömür boyu silinemeyecek izler bırakmışdır. Ama 'kurbanlar' epeyi kısa zamanda işi biraz da 'matrak tarafından ele alarak bir tür 'rühî savunma mekanizması' oluşturdular zannımca. Meselâ o mevkûfiyet aylarına ve yıllarına kendi aralarında 'Paris Tevakkufu' adını takmışlardı. Üstelik ikisi de aynı kökten ya... Ha 'mevkûfiyet' ha 'tevakkuf'... Alt tarafı 'vakfe'..." "Aralarından biri o devirle ilgili bir şey anlatmak isteyince lafa şöyle başlardı: 'Ben Paris'deyken..." (Yağmur Atsız 2005: 157-158). O günlerdeki ruhi durumunu, Arif Türkdoğan'a yazdığı bir mektuptan, yani bizzat Atsız'ın kaleminden de öğreniyoruz: "Mektubunuza bir ay geç cevap verdiğim için özür dilerim. Derin bir uyuşukluk içindeyim. 1,5-2 aydan beri de işsiz olduğum için herhâlde okumağa ve yazmağa karşı duyduğum derin isteksizlik yüzünden birçok mektuplara cevap veremedim." (Hacaloğlu 2013: 28).
Reklam
Sevilmek kimin hakkıydı biliyor musun? Leyla'sına mektubu ulaşsın diye 25 kuruşluk posta pulu için hamallık yapan Ahmet Arif'in.
Oysa " geçmiş " geçmiyor. Gelecekte alacağı biçimi hazırlamak için gerilip gerilip bir fırsat anında öne atılıyor. Karanlık, acı devreler göstererek yol kesiyor. Evet, o geçmiyor. Biz kendimizden geçiyoruz. O kadar vurdumduymaz.
Bir ufka vardık ki artık yalnız değiliz sevgilim Ahmet Arif
Öfke, şiirin varoluşunun gizli duygusudur; kimi şairde, Ahmet Arif 'te olduğu gibi yüzeye çıkar, kiminde gizliliğini korur. Bu bağlamda öfkesiz şiir olmaz. Öfkesiz olan, övgü şiirleridir, övgü şiirlerinin yüzde doksandan fazlası da "şiir" değildir.
Sayfa 181 - Adnan Binyazar'ın "Öfkenin ve İnceliklerin Şairi" yazısındanKitabı okudu
Giden gitmiş, hüznü ayaklandırmak boşuna.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.