Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir evi ancak kendimle doldurabilirim ve büyük bir evi doldurabilecek kadar büyük değilim.
Seçilmiş bir yalnızlık olsun ya da olmasın yalnızlıkta insanı değerli kılan soylu bir taraf var.
Reklam
"Böyle konuşmayı bırak ve yeni bir sayfa açıp en baştan başla sevgili Teddy." "Sürekli yeni sayfalar açıyorum ve onları mahvediyorum, tıpkı yazı defterlerimi mahvettiğim gibi; öyle çok başlangıç yapıyorum ki hiçbirinin sonu gelmiyor," dedi hüzünle."
Sayfa 295
"Bu sıralar beni neredeyse tümüyle meşgul eden şeyi en iyisi size itiraf edeyim; çünkü bundan başka memnuniyetle burada sizi yad ediyorum. Burada kendimi bütün gücüm ve kudretimle Şark'a, inancın, vahyin, hikmetin ve vaatlerin vatanına atmış durumdayım. Bizim hayat ve araştırma tarzımızda olabildiğince her taraftan bir şeyler duymak gerekiyor; insan ansiklopedik bilgilerle ve umumi kavramlarla iktifa ediyor. Ancak kendi durumunun karakteristik hususiyetlerini yakalamak üzere bizzat böyle bir ülkenin içine girildiğinde, o zaman her şey canlı bir veche ve görüntü kazanmaktadır. [...] Arapça öğrenmeme çok az kaldı; en azından yazı şekillerini o derece alıştırma yapmak istiyorum ki orijinal haliyle nazarlık, tılsım, abraxas ve mühür kopya edebileyim. Hiçbir dilde ruh, kelime ve yazı bu kadar asli bir şekilde vücut bulmamıştır."
Sayfa 111 - GoetheKitabı okuyor
Senin için her şeyi çalarım, sen bana dur deyinceye kadar, öğle yemeğine kadar, parmaklarımın derisi kat kat soyuluncaya kadar, çünkü senin için bir şey yapmak hoşuma gidiyor, senin için her şeyi yaparım, söylemen yeter, senden daha ilk günden hoşlandım ve benim yeni arkadaşlık teklifime buzla karşılık versen bile, aramızda geçen bu konuşmayı ve kar fırtınasının ortasında bile yazı geri getirmenin kolay yollarının olduğunu hiç unutmayacağım.
Sankt-Rochus Ayini hakkındaki yazı yazıldığı dönemde Goethe, İslam Şark'ı üzerine intensiv araştırmalar yaparken, Spinoza'nın temel düşünceleriyle tekrar karşılaşmıştı; bu düşüncelerini o, ilerideki Doğu Batı Divanı hedefi için yıllardan beri geliştiriyordu. Burada o, Arap peygamberin öğretisindeki birçok şeyi kendi düşüncelerine akraba buldu. Özellikle kadere ve Allah'ın iradesine mutlak teslimiyet yönündeki Kur'an'ın emri sanki şairin ruhundan konuşulmuştu. Burada da İslam, Spinoza'nın felsefesiyle uyum içerisindeydi. Bundan böyle Goethe, İslam'ın bu öğretisine atıfta bulunduğunda, eserlerinde ve mektuplarında sık sık dile geldiği üzere, bir formül gibi bu tabire yani "Allah'ın iradesine mutlak teslimiyet"e ihtiyaç duyuyordu.
Reklam
Yazı yazarken titiz bir muharririn kâbuslarından biri de alelâde olmak endişesidir. Bu titizliğin içine biraz beceriksizlik, biraz da kendini birinci plâna koymak için başkalarından ayırmak niyeti karışıyor, o muharrir, sade ile alelâde arasında, ancak pişkin bir kalemin bulabileceği farkı sezmekten âciz kalarak, süslü ve çetrefil bir ibarede karar kılar. Alelâde muharrirse, alelâde olmak endişesinden büsbütün yakayı sıyırmış adamdır. Bu da, tıpkı öteki gibi sade ile alelâde arasındaki farka gözlerini yummuştur. Bu idraksizlik, birini, alelâde olmak korkusuyla sada olmaktan alıkoyduğu gibi, öbürünü de sade olmak gayretiyle alelâdeliğe sürükler.
Bir yazı ne kadar okunabilirse o kadar çok okumuştum. Bir duvar ne kadar izlenebilirse o kadar çok seyretmiştim. Her defasında daha yargılayıcıydı. Bazen gözlerini bana dikiyor ve işlediğim günahları hatırlatıyordu. Buna gerek yoktu, onları hiç unutmuyordum. Ama bazen beni bağışlıyordu satırlar. Bir anlığına yüklerimden, günahlarımdan kurtuluyordum.
Sayfa 5 - Martı YayınlarıKitabı okudu
İlk sayfalardaki en Henry aşığı Alex sözleri
“ Alex aslında Henry'yi ilk defa on iki yaşındayken gördüğünden kimseye bahsetmemişti, bahsetmeyecekti de. Bu konu hakkında yalnızca sarhoşken düşünürdü. ... Sayfanın ortasında yer alan posterlerden biri bir erkek çocuğuna aitti. Sarımsı kahverengi gür saçları, iri mavi gözleri, samimi bir gülümsemesi vardı ve omzunun üzerinde de bir kriket sopası tutuyordu. Fotoğraf habersiz çekilmiş olmalıydı çünkü yakalanan karedeki mutluluğu ve güneş kadar parlak özgüveni poz verilerek ortaya çıkacak cinsten değildi. Sayfanın alt köşesinde pembe ve mavi harflerle bir yazı vardı: Prens HENRY.“
Ne kitap okuyoruz, ne yazı yazıyoruz, ne bir bilginin peşinden koşuyoruz.
Sayfa 144 - Doğan Egmont, 20.Baskı, NE MUTLU TÜRK ÜM DİYENE!Kitabı okudu
Reklam
Şeytanla rekabet :• ?????????
"Romancı ne müthiş bir uyuşturucudur" (Eymieu). Okurlarını felçli hastalar gibi her arzusuna, her emrine boyun eğdirir. İsterse bir katil, isterse bir kahraman var eder. Bazen bâtıl bir bağnazlığa doğru sürükleyerek bir kuduz köpek gibi her önüne gelene saldıracak bir håle koyar; bazen ådil ve insaf sahibi somut bir örnek üretir. Fakat ne yazık ki romanların çoğu iyiliği telkin etmeye değil, kötülüğü var etmeye çalışır. Hakikaten bazı yazı üstatları vardır ki hayır ile şerri, vazife ile zevki, hayvanlık ile insanlığı karşı karşıya getirerek erdemi galip kılar. Okurlarında bu ahlâklı kahramanı takip ve taklit hevesini uyandırır. Fakat romanların çoğu rezil, hayasız lezzetleri, cinayetleri ve menfaatperestliği hakiki bir zevk derecesine yükselterek kötülüklerin telkininde şeytanla rekabet eder.
Sayfa 247Kitabı okudu
ne kadar cesur veya zeki olursa olsun bir avcı, ellerinde metal kılıçlar, yazı, haritalar ve düzenli ordu olan bin çiftçiye rakip olamazdı.
Dil üzerine incelemelerde, çok defa, yazı diliyle edebi dilden aynı şeymiş gibi bahsedilmiştir. Türk dilcilerine mahsus olan bu hata, daha büyük bir hata doğurdu. Yazı dili müşterek dilin yazı ile ifadesi olduğu için, edebi dilin de halk diline yaklaşması lâzım geldiği neticesine varıldı. Edebî dil, tıp dili gibi, hukuk dili gibi, matematik dill gibi hususî bir dildir (langue spéciale). Bunları anlamak için her bir ihtisasa ait hususî bir kültüre ihtiyaç vardır. Yazı dili (meselâ alelâde bir mektubun dili) müşterek dildir ve bir ihtisasın ifadesi değildir.
Genç Kalemciler ve ondan sonraki Türkçülük ve sadelik hareketleri, Osmanlıca'nın Türkçeleşmesi imkânlarını yazı dilinin halk ve konuşma diline yaklaşmasında aramışlar, dile ve edebiyata ait iki ayrı hâdiseyi birbirine kanıştırmışlardır. Bir dilin yabancı sözlerden temizlenmesi halk diline dönmekle mümkün olamaz. Çünkü umumiyetle konuşma dili, insanla tabiat ve eşya arasındaki maddî ve kaba münasebet çerçevesi içinde kalır. Bu, günlük ve amelî hayatın dilidir. Edebî veya ilmî yazı dilindeki birçok mücerred (soyut) kavramlar halk ve konuşma dilinde yoktur. Meselâ "hâdise, alâka, münasebet, müşahhas, mücerret, tekâmül, inkılâp..." gibi daha binlerce söz konuşma veya halk dilinde olmadığı için bunlara "olay, ilgi, somut, soyut, evrim, devrim..." gibi türetme yoluyla elde edilmiş yeni karşılıklar aranmıştır. Böyle yine halk dilinden ayrı bir ilim argosu kurulmak yoluna gidilmektedir. Halk için bir "somut" kelimesi bir “müşahhas"tan daha az yabancı değildir. Çünkü halk zekâsı ikisinin de mânâsını kavrayacak seviyeden mahrumdur.
1.012 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.