Asteroitler yeterinden fazla altına ve diğer kıymetli metallere sahipler yani bize nesiller boyu sürecek servet sunabilirler. Peki bu değerli metalleri bu asteroitlerden nasıl alabiliriz? En iyi yöntemlerden biri bu uzay kayalarını Dünya'ya getirmek olabilir. Kullandığımız metallerin büyük çoğunluğu Dünya'nın derinliklerinde gömülü. Ancak burada gerçekten derini kastediyoruz: Gezegenimiz henüz eriyik durumdayken ağır metallerin büyük çoğunluğu merkeze doğru çöktü ve bunları oradan çıkarmak mümkün değil. Erişilebilir durumdaki altın, çinko veya platinyum gibi elementler Dünya yüzeyine çarpan asteroitlerle gezegenimize geldi. Bu asteroitler gezegen oluşum sürecinden arta kalan parçalar ve dolayısıyla gezegenlerle aynı materyallere sahipler. Ancak onlardaki metalleri elde etmek için derinlere inmek zorunda değilsiniz. Ancak asteroitlerle ilgili problem çok uzak olmaları. Bir roketin Dünya yüzeyinden yörüngeye ulaşabilmesi için hızını sıfırdan saniyede 8 kilometreye çıkarması gerekiyor. Bir asteroide doğru ilerleyebilmek için ise roketin hızını saniyede 5,5 kilometre daha artırması gerekiyor. Bu hız artışı en az fırlatma kadar yakıt gerektiriyor. Bu da uzakta gerçekleşecek bu madencilik operasyonunu etkiliyor. Bir asteroitten madenler çıkarıldıktan sonra ise başka bir zorluk ortaya çıkacak: Maden asteroitte işlenebilir ki bu bir dizi tesis kurulmasını gerektiriyor ya da ham madde tüm artığı ile birlikte Dünya getirilebilir.
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Bir kitap daha yazabilecek ömrü olsa idi , yada tükenmeden bir kayıt daha yapabilecek sesi , kim bilir neler yazmıştı daha , insan ölesiye merak ediyor , acaba neler yazmıştı daha , keşke dökebilseydi dizelere keşke okuyabilseydik ..
1444. Ebü’d-Derdâ radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ashâbına:
- “Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi? diye sordu. Onlar da:
- Evet, söyle dediler. Resûl-i Ekrem de:
- “Allah Teâlâ’yı zikretmektir” buyurdu.
Tirmizî, Daavât 6.Ayrıca bk.İbni Mâce, Edeb 53.
...
Şüphesiz böylesine değerli olan ve insana nice nâfile ibadetten daha fazla sevap kazandıran zikir, bütün organların sultanı kabul edilen kalbin iştirakiyle yapılan zikirdir. Uyanık bir kalp ve duyarlı bir gönülle yapılan zikir dünya ile alâkayı kesmek suretiyle mümkün olabilir. Bu ise son derece güçtür. Zikrullahı işte böylesine değerli kılan, Allah’ı âdetâ görürcesine ve O’nun huzurunda olduğunu hissedercesine bir şuur haliyle yapılmasıdır. Dil Allah’ı zikrederken kalbin de ona katılması insanı âdeta melekleştirir. Hatta onun meleklerden de üstün bir seviyeye çıkmasına imkân hazırlar. Zira böyle bir şuur haliyle Allah’ı zikreden kimse, devamlı surette Rabbiyle beraber olduğu için ne bir fenalık düşünebilir ne de elinden kötülük gelir.
kent hayatı aynı zamanda yeni bir toplum türü yarattı. göçebe halklar, taşımak zorunda kalmamak için eşyaya pek bel bağlamıyorlardı. ama yerleşik halklar neredeyse hiç vakit kaybetmeden çanak çömlek pişirmeye, bakır ve altın üzerine çalışmaya başladılar. bu güzel şeyler çok geçmeden rütbe ile statü göstergesine dönüştü ve toplumsal sınıflarda farklı çalışma türlerine dayalı olarak ortaya çıkan ayrımla birlikte zengin ile yoksul arasında bir uçurum oluşmaya başladı. eşitsizlik, kent yaşamının ilk sonuçlarından biriydi; hâlâ aşamadığımız sonuçlarından biri.
“Aktörler doğaları gereği değişkendir-kışkırtıcı unsurlar, duygu, ego ve kıskançlıktan oluşan simyasal yaratıklardır. Onları ısıtın, birlikte karıştırın, bazen altın elde edersiniz. Bazen de felaket..”
Medresenin kütüphanesinden aldığım Mahmud Esad Coşan Efendi'nin kitabı o kadar güzel ki, mübareğin her bir sözü altın değerinde, Rabbim makamını Âlî eylesin.. 🌹