Her şey mümkün ..
Evrende büyük öyküler var,hemde hepsi bir arada.Ve herkes kendi imkanlarının bakış açısından bu öyküleri anlatıp duruyor.Mesele bir şeyin olmuş olması ya da olmaması değil,ne zaman olduğu bile değil.Önemli olan o şeyin kime olduğu.Başka tek bir seçenek kalmayana kadar kimin yazgısını belirlediği.Geri dönüp onca elverişli yoldan sadece bir tanesini seçmiş olmak düş kırıcı olabilir ama bir hayatın imkanları arasından birinin senin hayatın olması ancak böyle mümkün.Senin sebatkâr,hiç kimse ve hiçbir şey tarafından değiştirilemeyecek olan öykün.
Sayfa 763 - PegasusKitabı okudu
Kur'an Neden Bize Fayda Vermiyor?!.
~~~ Birileri şöyle diyebilir, Fakat biz uzun zamandır Kur'an okuyoruz, onlarca defa da hatim ettik, ama bu okumalar neticesinde içimizde hiçbir değişiklik hissetmiyoruz... Evet Kur'an'ın sahip olduğu kuvveti ve etkiyi muhafaza ediyor olmasıyla birlikte, Bizim Kur'an ile olan halimiz budur "Biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın korkusundan onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün. Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz."³⁴³ Hiç kuşkusuz, sorun bizde, Kur'an'da değil! Bunun en başlıca sebebi de, biz Kur'an'ın gökten indirilmiş en büyük mucize olduğu gerçeğini canlı tutarak hareket etmiyoruz.Aynı şekilde bu mucizenin en büyük sırrının, okuyucusunun nefsinde oluşturduğu tesir olduğunu ve hangi halde olursak olalım, bizi Allah'ın razı olacağı noktaya getirme gücünün olduğunu unutuyoruz. Fakat biz, Kur'an ile olan ilişkimizi, sevap elde etmek için okuduğumuz bir kitap alışkanlığıyla okumaktayız. Ondan gerçek anlamda faydalanmak amacıyla okumuyoruz. Biz Kur'an'ı okuyoruz ama bize hitap etmesindeki gerçek amacından gafil olarak okuyoruz. Hatta öyle bir noktaya geliyoruz ki, okuduğumuz bir gazeteyi anladığımız kadar dahi, Kur'an'ı anlayarak okumuyoruz! O zaman biz onu terk ettiğimiz ve onun mucizelerinden faydalanmayı bıraktığımız halde, nasıl olur da ondan etkilenebiliriz? ~~~
Sayfa 214 - ³⁴³Haşr,21.Kitabı okuyor
Reklam
RAB'DEN KORKUYOR MUYUZ?
Bu bölümün başlığı muhtemelen pek çok Hristiyan'ın üzerinde çok az düşündüğü önemli bir konuyu ortaya koyuyor. Üzerinde ne kadar da az düşünülse, bu (zarar görme pahasına göz ardı ettiğimiz) oldukça önemli bir konudur. Kutsal Kitap'ın Rab korkusu hakkında söyleyeceği çok şey vardır, ancak Hristiyanların büyük bir çoğunluğu bu kavramı
Sayfa 99 - GDKKitabı okudu
Korku içindedirler, evet. Bu yeni aşamada sömürgeci saldırganlık sömürge insanı tarafından yeni bir tür terör olarak içselleştirilir. Bu terörle yalnızca bizim sınırsız baskı araçları­mız karşısında hissettikleri korkuyu değil, kendi öfkelerinin içlerinde esinlediği korkuyu da kast ediyorum. Onlara nişan almış silahlarımızla bu korkutucu içgüdüler arasında, yürek­ lerinin derinliklerinden gelen ve her zaman tanıyamadıkları bu canice güdüler arasında tuzağa düşmüş durumdadırlar. Çünkü öncelikle bu onların şiddeti değil, bizim şiddetimtzdir, geri dönerek büyür ve onları parçalar; bu ezilen insanların ilk tepkisi, kendilerinin de bizim de ahlâki olarak kınadığımız ama insanlıklarına kalmış tek sığınak olan bu utanç verici öf­keyi bastırmak olur
... soğuk kanıtlar eylemlerimizi değil, düşüncelerimizi belirleyebilir; bizi inandırır, ama davrandırmazlar. Yapılması gereken şeyleri değil, düşünülmesi gereken şeyleri kantlarlar. Bu, büyük insanların tümü için doğruysa, henüz duyularıyla sarılmış olan ve düşledikleri kadar düşünen gençler için de haliyle doğrudur.
Sayfa 458
Ruhla bedenin birbirinden ayrılması için ille ölmek gerekmez. İnsan yaşarken de ruhuyla bedeni birbirinden ayrılabilir. Ama asıl sorulması gereken soru,ruhla bedenin ölmeden birbirinden ayrılmasının mümkün olup olmadığı değil,bu ikisinin nasıl olup da tekrar birleşebildiğidir.
Reklam
Osman Bey'in bıraktığı manevi miras
Vaktiyle Ertuğrul Bey'e, Selçuklu Sultanı Birinci Alâüddin Keykübad tarafından verilen toprak parçası, bin ilâ iki bin kilometrekare civarındaydı. Ertuğrul Gazi, 4 bin 800 kilometrekare civarına çıkardı. Osman Bey öldüğü zaman ise Osmanlı Beyliği'nin toprakları 16 bin kilometrekareyi bulmuştur. Kırk üç yıl süren amansız mücadele ancak bu kadarına kafi geldi. Ama fethettiği topraklar sıradan toprak parçaları değil, İznik, İzmit ve nihayet İstanbul fethinin işaret taşlarıydı. Her şey Osman Bey'in dehasında şekillendiği biçimde tatbik edilmişti. Önce civar temizlenmiş, düşmana gözdağı verilmiş, büyük uc beyleriyle ve bilhassa İlhanlılarla iyi geçinmeye dikkat edilerek hedefe ağır ağır yürünmüştü. Fetihler rastgele yapılmamıştı. Hepsi de asıl maksada hizmet ediyordu. Civarın temizlenmesinden sonra Mudanya ele geçirildi (1321). Böylece Osmanoğulları hem Marmara'ya çıkmış oldu; hem de Bursa, iskelesinden mahrum edilmek suretiyle düşmeye mahküm bir hâle getirildi. Bütün bunlar Osman Bey'in askeri ve siyasi dehasının nişanlarıdır. Faziletini ise duşmanları bile inkar edememiş, Osmanlılar hakkında çok kere peşin hükümlü olan Hammer bile, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” isimli eserinde, “Fazileti teşkil eden manevi vasıfları olduğu inkar edilemez." demek zorunda kalmıştır.
Osman Bey'in Oğlu Orhan Gazi'ye Vasiyeti:
Şimdi vasiyetimi sükûnetle dinle: Orhan, öleceğim için üzülmüyorum; çünkü senin gibi bir halef bırakıyorum. Adil ol, merhametli ol, dininin emirlerinden sapma, istişareye ehemmiyet ver; ama ehliyle istişareye dikkat göster. İslam dinini yaymak için Allah'ın emr-i mucibınde cihat eyle. Din adamlarını, âlimleri dervişleri koru, onlara yardım et, onların dualarını al. Rahatı düşünme, güçlüklerden yılma, emeklerini cihat uğruna harca. Dünya malına değer verme, çünkü dünya malı geçicidir. Bütün beşeri lezzetler biter, sen ebedi güzelliklere talip ol, mükafatını Allah'tan bekle. Bizim kavgamız mihnetle kuru kavga değil, davamız cihana hükmetme davası değil; davamız bütün bunlardan çok daha murkaddes olan ila-yı kelimetullah davasıdır. Zaferlerimız, büyük davamızın zaferleridir. Bu davada insanlar sadece vasıtadan ibarettir. Nöbet senin Orhan, biz göçer olduk. Göreyim seni, ilminin de kılıcının da hakkını ver. Yolun açık olsun. Var git Bursa'yı aç, gülzar eyle...” Orhan Bey, babasının elini öpüp çıkarken omuzları sarsılıyor, genzine çıkan hıçkırıkları zor tutuyordu.
Hemen değil ama. Öncelikle Avrupalılar hüküm sürmekte­ dir: çoktan kaybetmiştir ama bunun farkında değildir; yerlile­ rin sahte yerli olduğunu henüz bilmemektedir: onlara eziyet etmiştir ama -sözüne kulak verecek olursak- içlerindeki kö­ tülüğü yok etmek ya da bastırmak için bunu yaptığını söyler; üç kuşak sonra bu zararlı içgüdüleri artık bir daha ortaya çık­ mayacaktır, Hangi içgüdüler? Köleleri efendiyi katletmeye yöneltenler mi? Efendi, kendi zulmünün kendine karşı dön­ düğünü nasıl olur da anlayamaz? Bu ezilen köylülerin vahşe­ tinde, bir sömürgeci olarak uyguladığı vahşeti nasıl görmez? Bu vahşetin onların İçlerine devasızca işlediğini nasıl anla­ maz? Nedeni basittir: Kendi mutlak erkinden ve bu erki yitir­ me korkusundan deliye dönmüş bu zorba, bir zamanlar insan olduğunu hatırlamakta zorluk çekmektedir; kendisini bir kamçı ya da tüfek sanır; “aşağı ırklardın ehlileştirilmesinin onların reflekslerini koşullamaktan geçtiğine inanmıştır. İn­ san belleğini, silinmez anıları görmezden gelir; ayrıca, her şeyden Önemlisi, belki de hiç bilmediği bir şey var: ancak baş­ kalarının bize yaptıklarım derinden ve kökten yadsıyarak şu an olduğumuz kişi oluruz. Üç kuşak, öyle mi? Daha İkincide, oğullar gözlerini açar açmaz babalarının dayak yediğini görduler
"Geçmişime bakıyorum da, hayat bugüne kadar bana hep güzel şeyler göstermiş: Bu dünyada her şey güzel. Çirkinlik diye bir şey yok; kimbilir, sadece aldanarak ve büyük bir budalalıkla, onda çirkinliği görenler çirkindir belki. Ama ben, dünyayı korku duygusuyla değil, güzellikle tanıyorum. Benim ona baktığım gibi, Dünya da bana bakıyor ve gülümsüyor, ben ona neden gülümsemeyeyim?"
Sayfa 82 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.